Ölümsüz Türkler
12 Aralık 2013 Perşembe
ERGENEKON DESTANI
ERGENEKON DESTANI
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur!''
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.
ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
TÜRKÇÜLÜK
TÜRKÇÜLÜK
TÜRKÇÜLÜK, Türk töresine, geleneğine göre yaşamak, Türklüğü sevmek, korumak ve yükseltmek için çalışmaktır. Türkler tarihteki en eski, köklü uluslardan biridir. Buna karşın yüzyıllardır ulus bilincinden yoksundur. Bu da Türklerin birleşip büyük bir güç olarak doğmasını olanaksız kılmıştır. Kendini tanımayan ulusların düşmanlarına boyun eğmesi kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz utanç verici durumun ve yüzyıllardır kanımızın akmasının biricik nedeni Türklük duygu ve düşüncesinden kopmuş olmamızdır. Eğer yeniden büyük ve güçlü bir ulus olmak istiyorsak, özümüzü tanımalı, sevmeliyiz. Karanlıktaki Türk tarihini aydınlatarak, atalarımızdan alacağımız ışık bile hareket etmeliyiz.
Osmanlı Devleti’nin en görkemli çağları Türkler için büyük bir eriyişin, yok oluşun başlangıcı olmuştur. Osmanoğulları kendi yönetimlerini sürdürebilmek için Türklere sırtını dönmüştür. Bu da yetmezmiş gibi Anadolu Türklüğüne yönelik arkası kesilmeyen soykırımlar yapmışlardır. Türk olmayanlar baş tacı edilmiş ve devlet dönme, devşirmelerin eline verilmiştir. Onların bu Türk kininin arkasındaki neden, Türk töresine göre yönetim yetkisinin Oğuz Kağan soyundan gelen Türk boylarında olmasıydı. Oysa Osmanlılar bize anlatıldığı gibi Kayı boyundan olmayıp soyları belirsizdir. Kayı boyu masalı sonradan uydurulmuştur. Anadolu’daki beyliklerin Osmanlı egemenliğine karşı çıkması bundandır. Beyliklerin direnişi Osmanlıların kinini büsbütün arttırmıştır. Sırf bu yüzden Türkler bilgisiz ve yoksul bırakılarak öz yurdunda köleleştirilmiştir. Türkler eliyle büyük bir devlet olan Osmanlılar, dönme, devşirmelerin oyunlarıyla yavaşça eritilmiş, sonunda çökmüştür. Ancak Gök Tanrı, Türk ulusuna acıdı, gücünü yalnızca Türklüğünden alan büyük bir başbuğ gönderdi. Onun adı Atatürk idi. Atatürk büyük savaşlar kazanmakla kalmayıp, yaptığı devrimlerle ölmek üzere olan Türklüğü diriltmiştir. Ayrıca ulusumuza yitirdiği Türk ruhunu geri vermiştir. Şu an bu satırları yazarken o büyük Türk ruhunu bütün varlığımla duyuyorum…
Görülüyor ki özünden kopanlar yok olmaktan kurtulamıyor. Türk tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Yalnızca Osmanlılar değil, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular da Türklüğe sırt döndükleri için yok oldular. Kimisi Çinlileşerek, kimisi de araplaşarak eriyip gitmiştir. Ne zaman ki felaketler üzerimize yağmaya başlar Türk olduğumuzu hatırlarız. O zaman biliriz ki kurtuluş yakındır. Hiç kimse Türk ışığını söndüremez, Türk gücünü yenemez. Unutmamalıyız ki, Türk özümüze sıkı sıkıya bağlı olursak bütün başlardan üstün olacağız. Öyleyse Türklüğümüze kopmamacasına bağlanacağız. Ancak bu kolay değildir. Gerçek anlamda Türk olmak zordur. Türk, bütün yüce değerli taşıyan üstün kişiye denir. Yalnızca Türk kanı taşımak yeterli olmayıp, Türkçülük duygu ve düşüncesini bütün varlığımızla duymalı, son damla kanımıza kadar ulus uğrunda savaşmalıyız…
Türkçü olabilmek için her zaman en iyisini yapmalı, kişiliğimizle, davranışlarımızla atalarımızın soyluluğunu göstermeliyiz. Türkçü alplık, büyüklük duygusu ile yoğrulmuş, sarsılmaz bir varlıktır. Türkçü olmak bütün özel isteklerden, hırslardan sıyrılarak kendini Türklüğe adamaktır. Bunun yanı sıra bilgisizlerden Türkçü olamaz. Öncelikle yüksek bir eğitim almak zorundayız. Bayağı işlerle uğraşan, bayağı bir biçimde yaşayanlar Türklüğe bir yararlı olmak bir yana zarardan başka bir şey getirmez. En büyük yol göstericimiz bilim ise en büyük düşmanımız da bilgisizliktir. Bilime sırtını dönenler, karanlığa ve yoksulluğu yüzünü dönmüştür. Türk yurtlarında en büyük okulları kurmadan yüce dileğimize ulaşamayız. Türkçü yalan söylemez, aldatmaz, aldanmaz. Ulusun zenginliklerini çalmaz. Belki birgün kuru bir ekmek bulamayacağız ancak Türkçülükten ödün vermeyeceğiz. Çalışkanlığın en büyük zenginlik olduğunu unutmayalım. Emek harcamadan yemeye alışmış asalakların aramızda yeri yoktur. Biz Bozkurt soyundanız. Bozkurt yalnızca kendi avını yer. Başkasının avıyla geçinenler çakaldan başkası değildir. Kurt gibi yaşayayıp, kurt gibi öleceğiz.
Türkçülüğün kaynağı atalarımızdan kalan töremiz ve geleneklerimizdir. Unutulmamalıdır ki, tarih, törelerini, geleneklerini yitiren ulusların kurganıdır. Türkçülük dünyaya Türk gözüyle bakmak, herşeyi Türk anlayışıyla değerlendirmektir. Türkler bin yıldır arap kafasıyla düşünmüş, bunun sonucunda da onlar gibi gerileyerek bilgisizlik bataklığına saplanmıştır. İslam adı altında arapçılık yapılarak Türklük yok edilmeye çalışılmıştır. Türklüğün çağımızdaki en önemli savaşı islamcılık yani arapçılığa karşı olandır. Türk’ün benliğine zarar veren bütün islamcı yapılanmalar yok edilmelidir. Yabancı kaynaklı inanç ve düşüncelere karşı hep uyanık bulunmalıyız. İslamcılık yok edilmeden Türklüğün kurtarılması söz konusu bile olamaz. İslamcılık adıyla ortaya çıkıp, Türklüğe karşı en büyük saldırıları, alçaklıkları yapan itler bu düşüncelerimizin ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır.
Türkçülük, ulusumuzun uyanışını sağlayacak tek düşüncedir. Türkçülüğe karşı olmak, Türklüğe düşman olmaktır. Günümüzde Türk düşmanları, Atatürk düşmanlığıyla kendilerini göstermişler ve büyük güç kazanmışlardır. Bütün olanaksızlıklara karşın damarlarımızdaki soylu kandan gelen güçle her zorluğu aşacağız. Kesinlikle gelecekte Türkler birleşecek, Türk Birliği acuna egemen olacaktır. Bilinmelidir ki, Türklük kendini kendinden yeniden yaratacaktır…
TÜRKÇÜLÜK, Türk töresine, geleneğine göre yaşamak, Türklüğü sevmek, korumak ve yükseltmek için çalışmaktır. Türkler tarihteki en eski, köklü uluslardan biridir. Buna karşın yüzyıllardır ulus bilincinden yoksundur. Bu da Türklerin birleşip büyük bir güç olarak doğmasını olanaksız kılmıştır. Kendini tanımayan ulusların düşmanlarına boyun eğmesi kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz utanç verici durumun ve yüzyıllardır kanımızın akmasının biricik nedeni Türklük duygu ve düşüncesinden kopmuş olmamızdır. Eğer yeniden büyük ve güçlü bir ulus olmak istiyorsak, özümüzü tanımalı, sevmeliyiz. Karanlıktaki Türk tarihini aydınlatarak, atalarımızdan alacağımız ışık bile hareket etmeliyiz.
Osmanlı Devleti’nin en görkemli çağları Türkler için büyük bir eriyişin, yok oluşun başlangıcı olmuştur. Osmanoğulları kendi yönetimlerini sürdürebilmek için Türklere sırtını dönmüştür. Bu da yetmezmiş gibi Anadolu Türklüğüne yönelik arkası kesilmeyen soykırımlar yapmışlardır. Türk olmayanlar baş tacı edilmiş ve devlet dönme, devşirmelerin eline verilmiştir. Onların bu Türk kininin arkasındaki neden, Türk töresine göre yönetim yetkisinin Oğuz Kağan soyundan gelen Türk boylarında olmasıydı. Oysa Osmanlılar bize anlatıldığı gibi Kayı boyundan olmayıp soyları belirsizdir. Kayı boyu masalı sonradan uydurulmuştur. Anadolu’daki beyliklerin Osmanlı egemenliğine karşı çıkması bundandır. Beyliklerin direnişi Osmanlıların kinini büsbütün arttırmıştır. Sırf bu yüzden Türkler bilgisiz ve yoksul bırakılarak öz yurdunda köleleştirilmiştir. Türkler eliyle büyük bir devlet olan Osmanlılar, dönme, devşirmelerin oyunlarıyla yavaşça eritilmiş, sonunda çökmüştür. Ancak Gök Tanrı, Türk ulusuna acıdı, gücünü yalnızca Türklüğünden alan büyük bir başbuğ gönderdi. Onun adı Atatürk idi. Atatürk büyük savaşlar kazanmakla kalmayıp, yaptığı devrimlerle ölmek üzere olan Türklüğü diriltmiştir. Ayrıca ulusumuza yitirdiği Türk ruhunu geri vermiştir. Şu an bu satırları yazarken o büyük Türk ruhunu bütün varlığımla duyuyorum…
Görülüyor ki özünden kopanlar yok olmaktan kurtulamıyor. Türk tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Yalnızca Osmanlılar değil, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular da Türklüğe sırt döndükleri için yok oldular. Kimisi Çinlileşerek, kimisi de araplaşarak eriyip gitmiştir. Ne zaman ki felaketler üzerimize yağmaya başlar Türk olduğumuzu hatırlarız. O zaman biliriz ki kurtuluş yakındır. Hiç kimse Türk ışığını söndüremez, Türk gücünü yenemez. Unutmamalıyız ki, Türk özümüze sıkı sıkıya bağlı olursak bütün başlardan üstün olacağız. Öyleyse Türklüğümüze kopmamacasına bağlanacağız. Ancak bu kolay değildir. Gerçek anlamda Türk olmak zordur. Türk, bütün yüce değerli taşıyan üstün kişiye denir. Yalnızca Türk kanı taşımak yeterli olmayıp, Türkçülük duygu ve düşüncesini bütün varlığımızla duymalı, son damla kanımıza kadar ulus uğrunda savaşmalıyız…
Türkçü olabilmek için her zaman en iyisini yapmalı, kişiliğimizle, davranışlarımızla atalarımızın soyluluğunu göstermeliyiz. Türkçü alplık, büyüklük duygusu ile yoğrulmuş, sarsılmaz bir varlıktır. Türkçü olmak bütün özel isteklerden, hırslardan sıyrılarak kendini Türklüğe adamaktır. Bunun yanı sıra bilgisizlerden Türkçü olamaz. Öncelikle yüksek bir eğitim almak zorundayız. Bayağı işlerle uğraşan, bayağı bir biçimde yaşayanlar Türklüğe bir yararlı olmak bir yana zarardan başka bir şey getirmez. En büyük yol göstericimiz bilim ise en büyük düşmanımız da bilgisizliktir. Bilime sırtını dönenler, karanlığa ve yoksulluğu yüzünü dönmüştür. Türk yurtlarında en büyük okulları kurmadan yüce dileğimize ulaşamayız. Türkçü yalan söylemez, aldatmaz, aldanmaz. Ulusun zenginliklerini çalmaz. Belki birgün kuru bir ekmek bulamayacağız ancak Türkçülükten ödün vermeyeceğiz. Çalışkanlığın en büyük zenginlik olduğunu unutmayalım. Emek harcamadan yemeye alışmış asalakların aramızda yeri yoktur. Biz Bozkurt soyundanız. Bozkurt yalnızca kendi avını yer. Başkasının avıyla geçinenler çakaldan başkası değildir. Kurt gibi yaşayayıp, kurt gibi öleceğiz.
Türkçülüğün kaynağı atalarımızdan kalan töremiz ve geleneklerimizdir. Unutulmamalıdır ki, tarih, törelerini, geleneklerini yitiren ulusların kurganıdır. Türkçülük dünyaya Türk gözüyle bakmak, herşeyi Türk anlayışıyla değerlendirmektir. Türkler bin yıldır arap kafasıyla düşünmüş, bunun sonucunda da onlar gibi gerileyerek bilgisizlik bataklığına saplanmıştır. İslam adı altında arapçılık yapılarak Türklük yok edilmeye çalışılmıştır. Türklüğün çağımızdaki en önemli savaşı islamcılık yani arapçılığa karşı olandır. Türk’ün benliğine zarar veren bütün islamcı yapılanmalar yok edilmelidir. Yabancı kaynaklı inanç ve düşüncelere karşı hep uyanık bulunmalıyız. İslamcılık yok edilmeden Türklüğün kurtarılması söz konusu bile olamaz. İslamcılık adıyla ortaya çıkıp, Türklüğe karşı en büyük saldırıları, alçaklıkları yapan itler bu düşüncelerimizin ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır.
Türkçülük, ulusumuzun uyanışını sağlayacak tek düşüncedir. Türkçülüğe karşı olmak, Türklüğe düşman olmaktır. Günümüzde Türk düşmanları, Atatürk düşmanlığıyla kendilerini göstermişler ve büyük güç kazanmışlardır. Bütün olanaksızlıklara karşın damarlarımızdaki soylu kandan gelen güçle her zorluğu aşacağız. Kesinlikle gelecekte Türkler birleşecek, Türk Birliği acuna egemen olacaktır. Bilinmelidir ki, Türklük kendini kendinden yeniden yaratacaktır…
8 Aralık 2013 Pazar
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


