12 Aralık 2013 Perşembe
ERGENEKON DESTANI
ERGENEKON DESTANI
Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur!''
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''
Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.
ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
TÜRKÇÜLÜK
TÜRKÇÜLÜK
TÜRKÇÜLÜK, Türk töresine, geleneğine göre yaşamak, Türklüğü sevmek, korumak ve yükseltmek için çalışmaktır. Türkler tarihteki en eski, köklü uluslardan biridir. Buna karşın yüzyıllardır ulus bilincinden yoksundur. Bu da Türklerin birleşip büyük bir güç olarak doğmasını olanaksız kılmıştır. Kendini tanımayan ulusların düşmanlarına boyun eğmesi kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz utanç verici durumun ve yüzyıllardır kanımızın akmasının biricik nedeni Türklük duygu ve düşüncesinden kopmuş olmamızdır. Eğer yeniden büyük ve güçlü bir ulus olmak istiyorsak, özümüzü tanımalı, sevmeliyiz. Karanlıktaki Türk tarihini aydınlatarak, atalarımızdan alacağımız ışık bile hareket etmeliyiz.
Osmanlı Devleti’nin en görkemli çağları Türkler için büyük bir eriyişin, yok oluşun başlangıcı olmuştur. Osmanoğulları kendi yönetimlerini sürdürebilmek için Türklere sırtını dönmüştür. Bu da yetmezmiş gibi Anadolu Türklüğüne yönelik arkası kesilmeyen soykırımlar yapmışlardır. Türk olmayanlar baş tacı edilmiş ve devlet dönme, devşirmelerin eline verilmiştir. Onların bu Türk kininin arkasındaki neden, Türk töresine göre yönetim yetkisinin Oğuz Kağan soyundan gelen Türk boylarında olmasıydı. Oysa Osmanlılar bize anlatıldığı gibi Kayı boyundan olmayıp soyları belirsizdir. Kayı boyu masalı sonradan uydurulmuştur. Anadolu’daki beyliklerin Osmanlı egemenliğine karşı çıkması bundandır. Beyliklerin direnişi Osmanlıların kinini büsbütün arttırmıştır. Sırf bu yüzden Türkler bilgisiz ve yoksul bırakılarak öz yurdunda köleleştirilmiştir. Türkler eliyle büyük bir devlet olan Osmanlılar, dönme, devşirmelerin oyunlarıyla yavaşça eritilmiş, sonunda çökmüştür. Ancak Gök Tanrı, Türk ulusuna acıdı, gücünü yalnızca Türklüğünden alan büyük bir başbuğ gönderdi. Onun adı Atatürk idi. Atatürk büyük savaşlar kazanmakla kalmayıp, yaptığı devrimlerle ölmek üzere olan Türklüğü diriltmiştir. Ayrıca ulusumuza yitirdiği Türk ruhunu geri vermiştir. Şu an bu satırları yazarken o büyük Türk ruhunu bütün varlığımla duyuyorum…
Görülüyor ki özünden kopanlar yok olmaktan kurtulamıyor. Türk tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Yalnızca Osmanlılar değil, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular da Türklüğe sırt döndükleri için yok oldular. Kimisi Çinlileşerek, kimisi de araplaşarak eriyip gitmiştir. Ne zaman ki felaketler üzerimize yağmaya başlar Türk olduğumuzu hatırlarız. O zaman biliriz ki kurtuluş yakındır. Hiç kimse Türk ışığını söndüremez, Türk gücünü yenemez. Unutmamalıyız ki, Türk özümüze sıkı sıkıya bağlı olursak bütün başlardan üstün olacağız. Öyleyse Türklüğümüze kopmamacasına bağlanacağız. Ancak bu kolay değildir. Gerçek anlamda Türk olmak zordur. Türk, bütün yüce değerli taşıyan üstün kişiye denir. Yalnızca Türk kanı taşımak yeterli olmayıp, Türkçülük duygu ve düşüncesini bütün varlığımızla duymalı, son damla kanımıza kadar ulus uğrunda savaşmalıyız…
Türkçü olabilmek için her zaman en iyisini yapmalı, kişiliğimizle, davranışlarımızla atalarımızın soyluluğunu göstermeliyiz. Türkçü alplık, büyüklük duygusu ile yoğrulmuş, sarsılmaz bir varlıktır. Türkçü olmak bütün özel isteklerden, hırslardan sıyrılarak kendini Türklüğe adamaktır. Bunun yanı sıra bilgisizlerden Türkçü olamaz. Öncelikle yüksek bir eğitim almak zorundayız. Bayağı işlerle uğraşan, bayağı bir biçimde yaşayanlar Türklüğe bir yararlı olmak bir yana zarardan başka bir şey getirmez. En büyük yol göstericimiz bilim ise en büyük düşmanımız da bilgisizliktir. Bilime sırtını dönenler, karanlığa ve yoksulluğu yüzünü dönmüştür. Türk yurtlarında en büyük okulları kurmadan yüce dileğimize ulaşamayız. Türkçü yalan söylemez, aldatmaz, aldanmaz. Ulusun zenginliklerini çalmaz. Belki birgün kuru bir ekmek bulamayacağız ancak Türkçülükten ödün vermeyeceğiz. Çalışkanlığın en büyük zenginlik olduğunu unutmayalım. Emek harcamadan yemeye alışmış asalakların aramızda yeri yoktur. Biz Bozkurt soyundanız. Bozkurt yalnızca kendi avını yer. Başkasının avıyla geçinenler çakaldan başkası değildir. Kurt gibi yaşayayıp, kurt gibi öleceğiz.
Türkçülüğün kaynağı atalarımızdan kalan töremiz ve geleneklerimizdir. Unutulmamalıdır ki, tarih, törelerini, geleneklerini yitiren ulusların kurganıdır. Türkçülük dünyaya Türk gözüyle bakmak, herşeyi Türk anlayışıyla değerlendirmektir. Türkler bin yıldır arap kafasıyla düşünmüş, bunun sonucunda da onlar gibi gerileyerek bilgisizlik bataklığına saplanmıştır. İslam adı altında arapçılık yapılarak Türklük yok edilmeye çalışılmıştır. Türklüğün çağımızdaki en önemli savaşı islamcılık yani arapçılığa karşı olandır. Türk’ün benliğine zarar veren bütün islamcı yapılanmalar yok edilmelidir. Yabancı kaynaklı inanç ve düşüncelere karşı hep uyanık bulunmalıyız. İslamcılık yok edilmeden Türklüğün kurtarılması söz konusu bile olamaz. İslamcılık adıyla ortaya çıkıp, Türklüğe karşı en büyük saldırıları, alçaklıkları yapan itler bu düşüncelerimizin ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır.
Türkçülük, ulusumuzun uyanışını sağlayacak tek düşüncedir. Türkçülüğe karşı olmak, Türklüğe düşman olmaktır. Günümüzde Türk düşmanları, Atatürk düşmanlığıyla kendilerini göstermişler ve büyük güç kazanmışlardır. Bütün olanaksızlıklara karşın damarlarımızdaki soylu kandan gelen güçle her zorluğu aşacağız. Kesinlikle gelecekte Türkler birleşecek, Türk Birliği acuna egemen olacaktır. Bilinmelidir ki, Türklük kendini kendinden yeniden yaratacaktır…
TÜRKÇÜLÜK, Türk töresine, geleneğine göre yaşamak, Türklüğü sevmek, korumak ve yükseltmek için çalışmaktır. Türkler tarihteki en eski, köklü uluslardan biridir. Buna karşın yüzyıllardır ulus bilincinden yoksundur. Bu da Türklerin birleşip büyük bir güç olarak doğmasını olanaksız kılmıştır. Kendini tanımayan ulusların düşmanlarına boyun eğmesi kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz utanç verici durumun ve yüzyıllardır kanımızın akmasının biricik nedeni Türklük duygu ve düşüncesinden kopmuş olmamızdır. Eğer yeniden büyük ve güçlü bir ulus olmak istiyorsak, özümüzü tanımalı, sevmeliyiz. Karanlıktaki Türk tarihini aydınlatarak, atalarımızdan alacağımız ışık bile hareket etmeliyiz.
Osmanlı Devleti’nin en görkemli çağları Türkler için büyük bir eriyişin, yok oluşun başlangıcı olmuştur. Osmanoğulları kendi yönetimlerini sürdürebilmek için Türklere sırtını dönmüştür. Bu da yetmezmiş gibi Anadolu Türklüğüne yönelik arkası kesilmeyen soykırımlar yapmışlardır. Türk olmayanlar baş tacı edilmiş ve devlet dönme, devşirmelerin eline verilmiştir. Onların bu Türk kininin arkasındaki neden, Türk töresine göre yönetim yetkisinin Oğuz Kağan soyundan gelen Türk boylarında olmasıydı. Oysa Osmanlılar bize anlatıldığı gibi Kayı boyundan olmayıp soyları belirsizdir. Kayı boyu masalı sonradan uydurulmuştur. Anadolu’daki beyliklerin Osmanlı egemenliğine karşı çıkması bundandır. Beyliklerin direnişi Osmanlıların kinini büsbütün arttırmıştır. Sırf bu yüzden Türkler bilgisiz ve yoksul bırakılarak öz yurdunda köleleştirilmiştir. Türkler eliyle büyük bir devlet olan Osmanlılar, dönme, devşirmelerin oyunlarıyla yavaşça eritilmiş, sonunda çökmüştür. Ancak Gök Tanrı, Türk ulusuna acıdı, gücünü yalnızca Türklüğünden alan büyük bir başbuğ gönderdi. Onun adı Atatürk idi. Atatürk büyük savaşlar kazanmakla kalmayıp, yaptığı devrimlerle ölmek üzere olan Türklüğü diriltmiştir. Ayrıca ulusumuza yitirdiği Türk ruhunu geri vermiştir. Şu an bu satırları yazarken o büyük Türk ruhunu bütün varlığımla duyuyorum…
Görülüyor ki özünden kopanlar yok olmaktan kurtulamıyor. Türk tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Yalnızca Osmanlılar değil, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular da Türklüğe sırt döndükleri için yok oldular. Kimisi Çinlileşerek, kimisi de araplaşarak eriyip gitmiştir. Ne zaman ki felaketler üzerimize yağmaya başlar Türk olduğumuzu hatırlarız. O zaman biliriz ki kurtuluş yakındır. Hiç kimse Türk ışığını söndüremez, Türk gücünü yenemez. Unutmamalıyız ki, Türk özümüze sıkı sıkıya bağlı olursak bütün başlardan üstün olacağız. Öyleyse Türklüğümüze kopmamacasına bağlanacağız. Ancak bu kolay değildir. Gerçek anlamda Türk olmak zordur. Türk, bütün yüce değerli taşıyan üstün kişiye denir. Yalnızca Türk kanı taşımak yeterli olmayıp, Türkçülük duygu ve düşüncesini bütün varlığımızla duymalı, son damla kanımıza kadar ulus uğrunda savaşmalıyız…
Türkçü olabilmek için her zaman en iyisini yapmalı, kişiliğimizle, davranışlarımızla atalarımızın soyluluğunu göstermeliyiz. Türkçü alplık, büyüklük duygusu ile yoğrulmuş, sarsılmaz bir varlıktır. Türkçü olmak bütün özel isteklerden, hırslardan sıyrılarak kendini Türklüğe adamaktır. Bunun yanı sıra bilgisizlerden Türkçü olamaz. Öncelikle yüksek bir eğitim almak zorundayız. Bayağı işlerle uğraşan, bayağı bir biçimde yaşayanlar Türklüğe bir yararlı olmak bir yana zarardan başka bir şey getirmez. En büyük yol göstericimiz bilim ise en büyük düşmanımız da bilgisizliktir. Bilime sırtını dönenler, karanlığa ve yoksulluğu yüzünü dönmüştür. Türk yurtlarında en büyük okulları kurmadan yüce dileğimize ulaşamayız. Türkçü yalan söylemez, aldatmaz, aldanmaz. Ulusun zenginliklerini çalmaz. Belki birgün kuru bir ekmek bulamayacağız ancak Türkçülükten ödün vermeyeceğiz. Çalışkanlığın en büyük zenginlik olduğunu unutmayalım. Emek harcamadan yemeye alışmış asalakların aramızda yeri yoktur. Biz Bozkurt soyundanız. Bozkurt yalnızca kendi avını yer. Başkasının avıyla geçinenler çakaldan başkası değildir. Kurt gibi yaşayayıp, kurt gibi öleceğiz.
Türkçülüğün kaynağı atalarımızdan kalan töremiz ve geleneklerimizdir. Unutulmamalıdır ki, tarih, törelerini, geleneklerini yitiren ulusların kurganıdır. Türkçülük dünyaya Türk gözüyle bakmak, herşeyi Türk anlayışıyla değerlendirmektir. Türkler bin yıldır arap kafasıyla düşünmüş, bunun sonucunda da onlar gibi gerileyerek bilgisizlik bataklığına saplanmıştır. İslam adı altında arapçılık yapılarak Türklük yok edilmeye çalışılmıştır. Türklüğün çağımızdaki en önemli savaşı islamcılık yani arapçılığa karşı olandır. Türk’ün benliğine zarar veren bütün islamcı yapılanmalar yok edilmelidir. Yabancı kaynaklı inanç ve düşüncelere karşı hep uyanık bulunmalıyız. İslamcılık yok edilmeden Türklüğün kurtarılması söz konusu bile olamaz. İslamcılık adıyla ortaya çıkıp, Türklüğe karşı en büyük saldırıları, alçaklıkları yapan itler bu düşüncelerimizin ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır.
Türkçülük, ulusumuzun uyanışını sağlayacak tek düşüncedir. Türkçülüğe karşı olmak, Türklüğe düşman olmaktır. Günümüzde Türk düşmanları, Atatürk düşmanlığıyla kendilerini göstermişler ve büyük güç kazanmışlardır. Bütün olanaksızlıklara karşın damarlarımızdaki soylu kandan gelen güçle her zorluğu aşacağız. Kesinlikle gelecekte Türkler birleşecek, Türk Birliği acuna egemen olacaktır. Bilinmelidir ki, Türklük kendini kendinden yeniden yaratacaktır…
8 Aralık 2013 Pazar
TÜRK'LERDE '' AD '' KOYMA ;
TÜRK'LERDE '' AD '' KOYMA ;
Yakut Türkleri Aile Ocağına '' Al-ot '' derlermiş.. Bala ( Çocuk ) acuna gelince , gözlerini açınca ata baba beye bir kadeh '' Rakı ( Araga ) '' sunarmış.. Bunu toplananlara ziyafet izlermiş.. Bir kaç gün sonra ise doğum için '' Toy ( Düğün ) '' kurulurmuş .. Bala'nın adı bu törende büyükler tarafından konulur.. Doğan Bala'ya armağanlar verilir.. Eski Yakutlarda ad , çocuk ok atınca verilirmiş.. Oğuzlarda bir bala baş kesmez, kan dökmezse ad verilmezmiş ancak bir kahramanlık gösterilirse ad verilirmiş.. Gerçek ad almak için '' Kahramanlık '' ön şartmış..
Yakut Türkleri Aile Ocağına '' Al-ot '' derlermiş.. Bala ( Çocuk ) acuna gelince , gözlerini açınca ata baba beye bir kadeh '' Rakı ( Araga ) '' sunarmış.. Bunu toplananlara ziyafet izlermiş.. Bir kaç gün sonra ise doğum için '' Toy ( Düğün ) '' kurulurmuş .. Bala'nın adı bu törende büyükler tarafından konulur.. Doğan Bala'ya armağanlar verilir.. Eski Yakutlarda ad , çocuk ok atınca verilirmiş.. Oğuzlarda bir bala baş kesmez, kan dökmezse ad verilmezmiş ancak bir kahramanlık gösterilirse ad verilirmiş.. Gerçek ad almak için '' Kahramanlık '' ön şartmış..
Kurultay
Kurultay
Kurultay, Türkçe kurul ile Moğolca tay ekinin birleşmesinden oluşmuş bir kavram olup danışma meclisi anlamına gelmekteydi. Aynı anlamı ifade etmek üzere Toy kavramı da kullanılırdı. Eski Türklerde devlet işlerinin yürütülmesinde devlet başkanına her açıdan yardımcı olan kurumların başında Kurultay veya Toy gelirdi. Bu durumda Kurultay, devlet yönetiminin temelini oluşturan bir kurumdu. Bütün devlet işleri orada bilen kişilere danışılarak halledilirdi. Dolayısıyla eski Türklerin “Geniş elbise parçalanmaz, danışmakla gelişen bilgi bozuk ve kötü çıkmaz” prensibini kendilerine rehber edindiklerini görüyoruz.
Eski Türklerdeki Kurultayları Küçük ve Büyük Kurultay olarak ikiye ayırarak incelemek gerekecektir. Küçük Kurultay halkın katılımı ile Beylerin seçildiği kurultaydı. Boy’un ileri gelenleri zaman zaman toplanarak Boy’a ilişkin hususları görüşürler, bazen bunlara halk da katılırdı. Başka bir ifade ile bu kurultaylar dini ve milli bayramlar şeklinde geçer sonra da devlet işleri görüşülürdü. Büyük Kurultaylar ise, beyler, yüksek dereceli devlet memurları ile halkın ileri gelenleri katılır ve Hakan seçiminden savaş ve barış ilanına kadar bütün devlet meseleleri burada görüşülürdü. Bu törene katılmamak itaatsizlik anlamı taşıyordu.
Kurultaylarda Hakan’ın sağ tarafında vezirler (genellikle dokuz vezir vardır), beyler ve komutanlar yer alır; sol tarafında ise memleketin ileri gelenleri ve memurlar otururdu. Basit bir devlet meselesi için dahi kurultay toplanırdı ve alınan karar halka duyurulurdu.
Sonuç olarak, eski Türklerde Hakan’ın devlet işlerini görürken danıştığı bir Kurultay vardı. Böylece halk yönetime katılmış oluyordu. Hakan’ın seçimi veya görevini yapamadığı durumlarda azli, Kurultay’ın göreviydi. Kararların nasıl alındığına ilişkin elimizde bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Hakan’ın Kurultay kararı ile bağlı olmadığı, Kurultay’ın kararının aksini yapabileceği, fakat bu durumda sonuca da kendisinin katlanacağını söylemek gerekir.
Vezaret (Ayuki)
Eski Türklerde Ayuki hükümet anlamına gelen bir kavramdı. Bu kurum Hakan’ın devlet yönetiminde en önemli yardımcısı idi. Üyelerine “buyruk” denirdi. Ayukiye, Ayguçi başkanlık ederdi. Ayguçi, zaman zaman Kurultay’ı da yönetirdi. Bu durumda son söz yine Hakanındı. Tonyukuk ve Kutlug tarihte ün kazanmış Ayguçilerdi.
Alp Bilge Kağan
7 Aralık 2013 Cumartesi
Türk-Hunlar
Türk-Hunlar düşmanlarına dolunay vakitlerinde saldırıyorlar, ay küçülmeye başlayınca da geri çekiliyorlardı . Yağmurlu, karlı ve tozlu günlerden kaçınırlardı. Çünkü yağmur yağdığında yayların kirişleri gevşer; tozlu ve bulutlu zamanlarda da hedefler iyi görünmezdi.
Kaynak: Watson, B., Record of the Grand Historian of China, Volume II, Third edition, New York 1968
Çeviri Cemal Korkmaz 2011 Ankara
Kaynak: Watson, B., Record of the Grand Historian of China, Volume II, Third edition, New York 1968
Çeviri Cemal Korkmaz 2011 Ankara
Şaman Duası ( Kazak Dili )
Eveli kuday sen ongda , sen ongdasang men munda
Tilegen tilek yine ber kas bidevge bala ber
Caksı kuday , cay kuday mırza kuday , biy kuday
Evveli kuday kök casagan onan keyin cer casanag
( Türkçesi )
Evvela Tanrı sen işimi rast getir , işimi rast getirirsen ben buradayım.. Dilediğim , dileği yine ver , büsbütün kısırlaşmış kısrağa yavru ver, iyi Tanrı , geniş Tanrı , cömert Tanrı , bey Tanrı..! Evvela Tanrı gök yaratmış , ondan sonra yer yaratmış..
Eveli kuday sen ongda , sen ongdasang men munda
Tilegen tilek yine ber kas bidevge bala ber
Caksı kuday , cay kuday mırza kuday , biy kuday
Evveli kuday kök casagan onan keyin cer casanag
( Türkçesi )
Evvela Tanrı sen işimi rast getir , işimi rast getirirsen ben buradayım.. Dilediğim , dileği yine ver , büsbütün kısırlaşmış kısrağa yavru ver, iyi Tanrı , geniş Tanrı , cömert Tanrı , bey Tanrı..! Evvela Tanrı gök yaratmış , ondan sonra yer yaratmış..
TÜRKLERDE ACUNUN YARADILIŞI
Ak Ana'nın buyruğu üstünedir ki Köktengri kişioğluna şu emri verdi ;
Varı yok demeyiniz , varı yok diyen yok olur.. Köktengri yer yaratılsın dedi , yer yaratıldı.. Gökler yaratılsın dedi , gökler yaratıldı.. Böylece acun yaratılmış oldu..
Doğanın oluşumu ;
Dalsız , budaksız bir ağaç bitmişti.. Bu ağacı Tanrı gördü ve dalları olmayan ağaca bakmak hoş değil dedi..Bunda dokuz tane dal bitsin dedi.. Ağaçta dokuz dal bitti.. Tanrı yine buyurdu.. Dokuz dalın kökünden dokuz kişi üresin ve dokuz ulus olsun..
Acun'un sonu ;
Birgün acun'un sonunun geleceğine inanan Altaylı şamanlar şöyle düşünüyorlardı ; İnanışa göre zamanla kişioğlu yoldan çıkacak , fenalık yapmaktan , günah işlemekten çekinmeyecek.. İyi Tanrı Ülgen bu günahkar topluluktan uzaklaşacak.. Karanlık acundaki kötü Tanrı Erlik yeryüzüne yaklaşacak.. Yardımcılarından Karaş önce yeryüzüne çıkacak.. Yeryüzünde kişioğullarını kazanmak için Tanrılar arasında savaş çıkacak.. Erlik kişioğlunu karanlığa , Ülgen aydınlığa , iyiliğe çekmeye çalışacak.. İki taraftanda oldukça fazla ölüm gerçekleşecek Ülgen tek kalacak..
Ülgen '' Kalkın Ey ölüler '' diye haykıracak ve bütün ölüler dirilecek..! Acun yeniden yaratılacak..
Ey TÜRK
TÜRK:
Orta Asya'dan Türeyen, Anadolu'da Büyüyen, Avrupa İçlerine Yürüyen,
Dağlarda Gemi Gezdiren,
Taşlara Destanlar Kazdıran,
Tarihi Baştan Yazdıran,
Adalete, Mertliğe Örnekler Veren,
Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden,
Yeryüzünde Her Murada Eren,
Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren,
Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren,
Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren,
Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden,
Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden,
Düşmanına Dünyasını Dar Eden,
Şahları, Sultanları Kul Edinen,
Altınları, Elmasları Pul Edinen,
İncili Kaftanları Çul Edinen,
Zafer Rüyasını Görenlere Saç Yolduran,
Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran,
Müzelerde Baş köşeleri Dolduran,
Damarlarında Asil Kanın Aktığı Irktır.
Orta Asya'dan Türeyen, Anadolu'da Büyüyen, Avrupa İçlerine Yürüyen,
Dağlarda Gemi Gezdiren,
Taşlara Destanlar Kazdıran,
Tarihi Baştan Yazdıran,
Adalete, Mertliğe Örnekler Veren,
Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden,
Yeryüzünde Her Murada Eren,
Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren,
Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren,
Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren,
Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden,
Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden,
Düşmanına Dünyasını Dar Eden,
Şahları, Sultanları Kul Edinen,
Altınları, Elmasları Pul Edinen,
İncili Kaftanları Çul Edinen,
Zafer Rüyasını Görenlere Saç Yolduran,
Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran,
Müzelerde Baş köşeleri Dolduran,
Damarlarında Asil Kanın Aktığı Irktır.
SUMERLER KİMLERDİR, DİLLERİNİN TÜRKÇE İLE BENZERLİKLERİ
Sizlere bugüne kadar çiviyazılı tabletlerden alınma metinlerle Sumerler’i tanıtmaya çalıştım ve daha da tanıtmaya devam edeceğim. Umarım yazılarımla sizlere yardımcı olabilmişimdir. Belki bu arada Sumerler hakkında bilgisi olanların yanında, bilmeyenler veya tam olarak bilmek isteyenler vardır. Bu yüzden sevgili hocamız Muazzez İlmiye Çığ dururken bu konuda yazmak bana düşmez diyerek, onun bu konuda vermiş olduğu bilgiyi aşağıda ilgilerinize sunuyorum. İşte o yazı:
**********
Sümerleri Kısaca Tanıyalım
Sumerler, M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya’nın güneyinde Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezi’ne yaklaştığı ve denize döküldüğü yerlere gelip yerleşen ve orada güçlü bir uygarlık kuran bir halk. Bu halkın adı Sumer değil. Onlar kendilerine “kiengi”, “kengir”, “kenger” diyorlardı. Sumer ise onların oturdukları bölgeye Akadlar tarafından verilen bir ad. Rahmetli Prof. Vecihe Hatipoğlu bu söz için, Asya’nın kuzeyinden güneyine inen Subarlar, Subartular, Subariler, Subirler ile aynı kökten gelen “su adamları” veya “sudan gelenler” anlamına gelen Subar b/m değişmesi ile “Sumer” olmuş diyordu.
Olcas Süleyman da Az İ YA adlı kitabının 242-251. Sayfaları arasında Sumer adının nereden geldiği üzerinde durmuş. Türkçede olan “yer-sub” kelimesinden “sub-yer=Sumer yapıyor. sulu yer. Bazıları ise, Tevrat’taki “Sinear” ile eşleştirmek istiyor. S.N. Kramer The Sumerian adlı kitabında, Arno Poebl’in Sumer –veya metinlerdeki yazılış şekliyle Şumer- adını, Nuh’un oğlu Şem ile bağdaştırmak istediğini yazıyor ve bunun üzerine yaptığı bir tartışma sonucu –eğer bu kabul edilirse- Musevilerin Sumerleri kendi ataları olarak kabul etmek isteyeceklerini, bunun da Sumerlerin eklemli dilleri bakımından hiç olmayacağını yazıyor.
Yapılan araştırmalara göre, bugünkü uygarlığın temelini atanlar Sumerler. Onların en büyük buluşları; dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar açarak bu yazıyı her istediklerini yazacak şekilde geliştirmeleri ve kolay kolay bozulmayan kil üzerine geçirerek zamanımıza kadar kalmalarını sağlamalarıdır. Yazıları oluşturan çizgilerin çivi şekline benzemesi yüzünden çiviyazısı adı verilen bu yazı ile Sumerlerin yazdıkları bu belgelerde onların günlük yaşantılarını, matematik, astronomi, tıp bilgilerinde nasıl temel oluşturduklarını okuyoruz. Onlar matematikte “onlu, altılı” sistemi geliştirmişler ve bu rakamlarla en büyük ve karışık hesap ve geometri işlemlerini yapmışlar. Güneş’in ve Ay’ın görünüşüne göre zamanı yıla, yılı aylara, ayları haftalara, haftaları günlere, günleri saatlere bölmüşler; 5 gezegeni, burçları saptayarak adlandırmışlar. Bugün de onların burçlara verdiği bu adların çevirilerini kullanmaktayız. Hastalıklar için hayvanlar, bitkiler ve madenlerden yararlanarak çeşitli ilaçlar yapmışlar. Bunları da ya bira ile içmişler ya da bal ile karıştırıp yemişler (veya sürmüşlerdir). Mimarlıktaki kubbe, kemer sistemi, künklerle temiz ve kirli suların taşınması, nehir sularının kanallarla tarım alanlarına götürülmesini, tekneler, yelkenliler ile ulaşımı sağladıklarını onlarda görüyoruz.
Muazzez İlmiye Çığ
**********
Bir de bana gelen yazılarda Sumerlerin Türk mü veya Türklerin bir kolu mu olduğu soruluyor. Bu konuya daha sonraki yazılarımda değineceğim fakat daha önce sizlere bir fikir vermesi açısından şunu belirtmekte yarar var. Araştırmacıların belirttiğine göre, Türkçe ile karşılaştırılan 400’den fazla Sumerce kelime var. Sümerce kelimeler üzerinde yaptığım çalışmamda bunları ben de tespit etmiş, acaba olabilir mi diye düşünmüştüm. Fakat dil üzerinde çalışma yapan bilim adamları, bunların aynı kökten türemiş veya benzer olduğunu açıkça belirtiyorlar. Buna ek olarak gramer de çok yakınlık gösteriyor. Sumer dilinde de –Türkçe de olduğu gibi- kelimeler, sözcük köklerine ekler konarak oluşturuluyor. Ses uyumu var, kelimelerde dişi-erkek ayrımı yok. Cümlelerde özne başta, eylem sonda. Zamirlerde çok açık benzerlik var. Sizlere fikir vermesi açısından aşağıda benzer kelimelerden küçük örnekler bulacaksınız.
Aba (Sumerce): ab, a-ba, ab-gal, abba
(anne, büyük anne, muhterem,
muhterem kadın)
İlk Türkçe: apa
Eski Türkçe: aba
Osmanlı Türkçesi: aba
Azeri Türkçesi: aba
Altayca: aba
İlk Mongolca: abu
Ural-Altay: apa, appa, apa
Türkmence: aba
DINGIR (Sumerce)
Anlamı: Tanrı, Gök
Türk Dil Ailesi: TENGIR (TEGRI,DANGIR, DENİR,
TENİR) tanrıgök (Umum Türk)
UZUK (Sumerce)
Anlamı: Uzun, Yüce.
Türk Dil Ailesi: UZUN uzun (Umum Türk)
UZAK uzun (Kazak)
UD (Sumerce)
Anlamı: Ateş
Türk Dil Ailesi: UT (UD, OT, OD) ateş (Umum Türk)
GUD (Sumerce)
Anlamı: Öküz
Türk Dil Ailesi: UD öküz, boynuzlu hayvanlar
(E. Türk) GUDAA geyik, öküz
GAŞ (Sumerce)
Anlamı: Kuş. Ayrıca (KUŞ,KUS) kuş
Türk Dil Ailesi: GAŞ suda yüzen kuş (Umum Türk)
Birleşik sözlerde: GAŞ, GAY, mesela
Karlıkuş (kırlangıç), Toragay serçe,
Karga (karakuş)
Yüzlerce örnekten sadece birkaç tanesini aktarabildim. Umarım sizlere bir fikir verebilmiştir. Bir sonraki yazıma dek esenlikle kalın.
Ark. Kadir YILDIRIMSAL
**********
Sümerleri Kısaca Tanıyalım
Sumerler, M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya’nın güneyinde Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezi’ne yaklaştığı ve denize döküldüğü yerlere gelip yerleşen ve orada güçlü bir uygarlık kuran bir halk. Bu halkın adı Sumer değil. Onlar kendilerine “kiengi”, “kengir”, “kenger” diyorlardı. Sumer ise onların oturdukları bölgeye Akadlar tarafından verilen bir ad. Rahmetli Prof. Vecihe Hatipoğlu bu söz için, Asya’nın kuzeyinden güneyine inen Subarlar, Subartular, Subariler, Subirler ile aynı kökten gelen “su adamları” veya “sudan gelenler” anlamına gelen Subar b/m değişmesi ile “Sumer” olmuş diyordu.
Olcas Süleyman da Az İ YA adlı kitabının 242-251. Sayfaları arasında Sumer adının nereden geldiği üzerinde durmuş. Türkçede olan “yer-sub” kelimesinden “sub-yer=Sumer yapıyor. sulu yer. Bazıları ise, Tevrat’taki “Sinear” ile eşleştirmek istiyor. S.N. Kramer The Sumerian adlı kitabında, Arno Poebl’in Sumer –veya metinlerdeki yazılış şekliyle Şumer- adını, Nuh’un oğlu Şem ile bağdaştırmak istediğini yazıyor ve bunun üzerine yaptığı bir tartışma sonucu –eğer bu kabul edilirse- Musevilerin Sumerleri kendi ataları olarak kabul etmek isteyeceklerini, bunun da Sumerlerin eklemli dilleri bakımından hiç olmayacağını yazıyor.
Yapılan araştırmalara göre, bugünkü uygarlığın temelini atanlar Sumerler. Onların en büyük buluşları; dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar açarak bu yazıyı her istediklerini yazacak şekilde geliştirmeleri ve kolay kolay bozulmayan kil üzerine geçirerek zamanımıza kadar kalmalarını sağlamalarıdır. Yazıları oluşturan çizgilerin çivi şekline benzemesi yüzünden çiviyazısı adı verilen bu yazı ile Sumerlerin yazdıkları bu belgelerde onların günlük yaşantılarını, matematik, astronomi, tıp bilgilerinde nasıl temel oluşturduklarını okuyoruz. Onlar matematikte “onlu, altılı” sistemi geliştirmişler ve bu rakamlarla en büyük ve karışık hesap ve geometri işlemlerini yapmışlar. Güneş’in ve Ay’ın görünüşüne göre zamanı yıla, yılı aylara, ayları haftalara, haftaları günlere, günleri saatlere bölmüşler; 5 gezegeni, burçları saptayarak adlandırmışlar. Bugün de onların burçlara verdiği bu adların çevirilerini kullanmaktayız. Hastalıklar için hayvanlar, bitkiler ve madenlerden yararlanarak çeşitli ilaçlar yapmışlar. Bunları da ya bira ile içmişler ya da bal ile karıştırıp yemişler (veya sürmüşlerdir). Mimarlıktaki kubbe, kemer sistemi, künklerle temiz ve kirli suların taşınması, nehir sularının kanallarla tarım alanlarına götürülmesini, tekneler, yelkenliler ile ulaşımı sağladıklarını onlarda görüyoruz.
Muazzez İlmiye Çığ
**********
Bir de bana gelen yazılarda Sumerlerin Türk mü veya Türklerin bir kolu mu olduğu soruluyor. Bu konuya daha sonraki yazılarımda değineceğim fakat daha önce sizlere bir fikir vermesi açısından şunu belirtmekte yarar var. Araştırmacıların belirttiğine göre, Türkçe ile karşılaştırılan 400’den fazla Sumerce kelime var. Sümerce kelimeler üzerinde yaptığım çalışmamda bunları ben de tespit etmiş, acaba olabilir mi diye düşünmüştüm. Fakat dil üzerinde çalışma yapan bilim adamları, bunların aynı kökten türemiş veya benzer olduğunu açıkça belirtiyorlar. Buna ek olarak gramer de çok yakınlık gösteriyor. Sumer dilinde de –Türkçe de olduğu gibi- kelimeler, sözcük köklerine ekler konarak oluşturuluyor. Ses uyumu var, kelimelerde dişi-erkek ayrımı yok. Cümlelerde özne başta, eylem sonda. Zamirlerde çok açık benzerlik var. Sizlere fikir vermesi açısından aşağıda benzer kelimelerden küçük örnekler bulacaksınız.
Aba (Sumerce): ab, a-ba, ab-gal, abba
(anne, büyük anne, muhterem,
muhterem kadın)
İlk Türkçe: apa
Eski Türkçe: aba
Osmanlı Türkçesi: aba
Azeri Türkçesi: aba
Altayca: aba
İlk Mongolca: abu
Ural-Altay: apa, appa, apa
Türkmence: aba
DINGIR (Sumerce)
Anlamı: Tanrı, Gök
Türk Dil Ailesi: TENGIR (TEGRI,DANGIR, DENİR,
TENİR) tanrıgök (Umum Türk)
UZUK (Sumerce)
Anlamı: Uzun, Yüce.
Türk Dil Ailesi: UZUN uzun (Umum Türk)
UZAK uzun (Kazak)
UD (Sumerce)
Anlamı: Ateş
Türk Dil Ailesi: UT (UD, OT, OD) ateş (Umum Türk)
GUD (Sumerce)
Anlamı: Öküz
Türk Dil Ailesi: UD öküz, boynuzlu hayvanlar
(E. Türk) GUDAA geyik, öküz
GAŞ (Sumerce)
Anlamı: Kuş. Ayrıca (KUŞ,KUS) kuş
Türk Dil Ailesi: GAŞ suda yüzen kuş (Umum Türk)
Birleşik sözlerde: GAŞ, GAY, mesela
Karlıkuş (kırlangıç), Toragay serçe,
Karga (karakuş)
Yüzlerce örnekten sadece birkaç tanesini aktarabildim. Umarım sizlere bir fikir verebilmiştir. Bir sonraki yazıma dek esenlikle kalın.
Ark. Kadir YILDIRIMSAL
SUMER METİNLERİNDE GUT/KUT’LAR (BİR TÜRK KRALLIĞI)
Gut’lar, M.Ö. 2400 yılları civarında Sumer ülkesine gelip Akad krallığına son vermiş ve bir krallık kurup 150 yıl kadar hüküm sürmüşlerdir. Sumer çiviyazılı metinlerine göre bunların 12 tane kralları var. Bunlardan 4 tanesi kendi zamanlarında yazılan Sumer belgelerinde, diğer 8 tanesi ise kral listelerinde mevcut. Ankara Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesinde 1937 yılında Sümeroloji profesörü olan Benno Landsberger ve aynı fakültede Türkolog olan von Gobain, kral adları üzerinde çalışarak Gut/Kut krallarından 10 tanesinin isminin Türkçe olduğunu kanıtlamıştır. Bu kral adları şöyledir:
1) Yarlagan,
2) Tirigan,
3) Şarlak veya Çarlak,
4) Lasirap veya Laşirap,
5) Elulummeş,
6) İnimabakeş,
7) Nikillagap,
8) İngişi veya İnkuşu,
9) İgeşuaş,
10) İbate veya İbati
Landsberger, 1937 yılında toplanan ikinci tarih kongresinde sunduğu bildiride bunları açıklamıştır. Bildiride anlatılanlar şöyledir:
Bunlardan Yarlagan yargılayan, haber veren, emir veren anlamında. Orhun Abideleri’ndeki “Yargan” adına benziyor. Tirigan, Türkçedeki “tiriga” kelimesini hatırlatıyor: diri, canlı, güçlü anlamında. Türkçede “-agan”, “-egen” ekleri, isimlerden sıfat yapıyor. Tirigan=kuvvetli, güçlü olan. Sumercede aynı anlamda “dirig” keimesi var. Elulumeş, ülkeyi büyük yapmış, anlamında. Şarlak, çarlak ise Türkçede kanatlı hayvan anlamına geliyor. Anadolu’da şelalelere “şarlak” deniyormuş.
Landsberger’in bu tespitlerinden sonra yapılan başka çalışmalarda da Türkçe ile ilişkili kelime ve ekler bulunmuştur.
Gut/Kut’lar, Babil Kralı Hammurabi zamanında da ortaya çıkmışlardır (M.Ö. 1750). Gut’lar; Subarlar, Turukku’lar birleşerek Hammurabi ile savaşmışlardır. Hammurabi ölünceye kadar onlarla savaşmak zorunda kalmıştır. Sadi Bayram’ın Kaynaklara Göre Güneydoğu Anadolu’da Proto-Türk İzleri adlı kitabında verilen bilgiye göre Turukku’larla ilgili bilgiler bugünkü Suriye topraklarında bulunan Mari (yeni adı Tel-Hariri) adlı yerde bulunan belgelerden elde edilmiştir. Bu belgeler zamanın kralı İşme-Dagan ile iki şehir beyi arasındaki mektuplaşmalardır. Bu 12 adet mektuptaki bilgilere göre, Turukku’lar yerel yönetimlere saldırı düzenleyerek sürekli rahatsızlık veriyorlar. Mektuplarda “Bunların yiyecekleri yoktur, kıtlık içindeler …” denmekte. Bu da onların akıncı olduklarını, asıl gruplarının uzaklarda olduğunu gösteriyor. Bu mektupları yayınlayan Fransız bilim insanı George Dossin, Turukku’ların Zagros dağlarından gelen bir kavim olduğunu söylüyor. Hamit Zübeyir Koşay ise Turukku’ların Türk olduğunu ileri sürmüştür. Başka bir bilim insanı olan Leo Oppenheim’da Kut’ların ve Turukku’ların ülkelerinin Zagros dağlarında bugünkü Luristan yakınlarında olduğunu ve birlikte akınlar yaptıklarını söylemektedir. Bu tüm bilimsel verilere göre Gut/Kut’lar Türk boylarıdır. Bunlarla ilgili başka kanıtlarda Anadolu’daki yer adlarıdır. Kut ile ilgili Elazığ’ın Baskil ve Maden ilçelerinde “Kutusag” adlı oymak ve köy, Van’ın Çatak ilçesinde “Kutvan Köyü” ve belki de daha bilemediğimiz niceleri.
Bu bilgilerin haricinde Araplar ve Farslar, Oğuzlara Guz diyorlar. Belki de Gut’ların ismi t ve z harfleri zamanla değişime uğrayarak değişmiş olabilir. Bu tip değişimler günümüz Türkçe’sinde bile mevcuttur.
Yazılarımda Sumerlilerin Türklerle aynı soydan olduğunu kanıtlarla göstermeye çalıştım. Prof.Dr. Kazım Mirşan’ın da belirttiği gibi Türkler Anadolu’da binlerce yıl öncesinde bile vardı. Özellikle Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya bölgelerinde binlerce yıldır bulunmaktadırlar. Bazılarının belirttiği gibi sonradan gelmediler. Yazılarımda bu gibi konulara girmek istemezdim ama bazıları kendilerinin binlerce yıldır burada oturduklarından bahsetmekteler. Öyleyse diller, çıkan tarihi eserler niye kendilerine ait kültürle ve dille benzerlik göstermiyor. Oturdukları yerden konuşmakla olmaz. İşte belgeler ve kanıtlar. Hodri meydan onlarda belge ve kanıt gösterip ispatlasınlar. Her şey belge ile olur ve tüm dünyada böyle kabul edilir. Sonraki yazılarımda görüşünceye dek esenlikle kalın.
Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL
1) Yarlagan,
2) Tirigan,
3) Şarlak veya Çarlak,
4) Lasirap veya Laşirap,
5) Elulummeş,
6) İnimabakeş,
7) Nikillagap,
8) İngişi veya İnkuşu,
9) İgeşuaş,
10) İbate veya İbati
Landsberger, 1937 yılında toplanan ikinci tarih kongresinde sunduğu bildiride bunları açıklamıştır. Bildiride anlatılanlar şöyledir:
Bunlardan Yarlagan yargılayan, haber veren, emir veren anlamında. Orhun Abideleri’ndeki “Yargan” adına benziyor. Tirigan, Türkçedeki “tiriga” kelimesini hatırlatıyor: diri, canlı, güçlü anlamında. Türkçede “-agan”, “-egen” ekleri, isimlerden sıfat yapıyor. Tirigan=kuvvetli, güçlü olan. Sumercede aynı anlamda “dirig” keimesi var. Elulumeş, ülkeyi büyük yapmış, anlamında. Şarlak, çarlak ise Türkçede kanatlı hayvan anlamına geliyor. Anadolu’da şelalelere “şarlak” deniyormuş.
Landsberger’in bu tespitlerinden sonra yapılan başka çalışmalarda da Türkçe ile ilişkili kelime ve ekler bulunmuştur.
Gut/Kut’lar, Babil Kralı Hammurabi zamanında da ortaya çıkmışlardır (M.Ö. 1750). Gut’lar; Subarlar, Turukku’lar birleşerek Hammurabi ile savaşmışlardır. Hammurabi ölünceye kadar onlarla savaşmak zorunda kalmıştır. Sadi Bayram’ın Kaynaklara Göre Güneydoğu Anadolu’da Proto-Türk İzleri adlı kitabında verilen bilgiye göre Turukku’larla ilgili bilgiler bugünkü Suriye topraklarında bulunan Mari (yeni adı Tel-Hariri) adlı yerde bulunan belgelerden elde edilmiştir. Bu belgeler zamanın kralı İşme-Dagan ile iki şehir beyi arasındaki mektuplaşmalardır. Bu 12 adet mektuptaki bilgilere göre, Turukku’lar yerel yönetimlere saldırı düzenleyerek sürekli rahatsızlık veriyorlar. Mektuplarda “Bunların yiyecekleri yoktur, kıtlık içindeler …” denmekte. Bu da onların akıncı olduklarını, asıl gruplarının uzaklarda olduğunu gösteriyor. Bu mektupları yayınlayan Fransız bilim insanı George Dossin, Turukku’ların Zagros dağlarından gelen bir kavim olduğunu söylüyor. Hamit Zübeyir Koşay ise Turukku’ların Türk olduğunu ileri sürmüştür. Başka bir bilim insanı olan Leo Oppenheim’da Kut’ların ve Turukku’ların ülkelerinin Zagros dağlarında bugünkü Luristan yakınlarında olduğunu ve birlikte akınlar yaptıklarını söylemektedir. Bu tüm bilimsel verilere göre Gut/Kut’lar Türk boylarıdır. Bunlarla ilgili başka kanıtlarda Anadolu’daki yer adlarıdır. Kut ile ilgili Elazığ’ın Baskil ve Maden ilçelerinde “Kutusag” adlı oymak ve köy, Van’ın Çatak ilçesinde “Kutvan Köyü” ve belki de daha bilemediğimiz niceleri.
Bu bilgilerin haricinde Araplar ve Farslar, Oğuzlara Guz diyorlar. Belki de Gut’ların ismi t ve z harfleri zamanla değişime uğrayarak değişmiş olabilir. Bu tip değişimler günümüz Türkçe’sinde bile mevcuttur.
Yazılarımda Sumerlilerin Türklerle aynı soydan olduğunu kanıtlarla göstermeye çalıştım. Prof.Dr. Kazım Mirşan’ın da belirttiği gibi Türkler Anadolu’da binlerce yıl öncesinde bile vardı. Özellikle Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya bölgelerinde binlerce yıldır bulunmaktadırlar. Bazılarının belirttiği gibi sonradan gelmediler. Yazılarımda bu gibi konulara girmek istemezdim ama bazıları kendilerinin binlerce yıldır burada oturduklarından bahsetmekteler. Öyleyse diller, çıkan tarihi eserler niye kendilerine ait kültürle ve dille benzerlik göstermiyor. Oturdukları yerden konuşmakla olmaz. İşte belgeler ve kanıtlar. Hodri meydan onlarda belge ve kanıt gösterip ispatlasınlar. Her şey belge ile olur ve tüm dünyada böyle kabul edilir. Sonraki yazılarımda görüşünceye dek esenlikle kalın.
Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL
Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili
Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili
Dünyadaki bütün Türklerin birbirlerini kolayca anlayabilecekleri bir dili kullandıkları, Türkiye’den Özbekistan‘a giden bir Türk’ün oradaki soydaşlarımızla hiç zorlanmadan anlaştığı, Tataristan’dan Ege Üniversitesi’ne gelen bir Tatar Türk’ünün ilk yıl Türkiye Türkçesini öğrenmek zorunda olmadığı ve Gagauzya‘da Kazakistan‘da yayın yapan televizyonların izlendiği bir Türk dünyasını düşünebiliyor musunuz? Türk’ün Türk’ten kopmadığı, ayaklarını yere daha sağlam bastığı ve dünyadaki üç yüz milyona yakın soydaşının verdiği manevi güçle işe koyulduğu bir Türk dünyası…
Türkler’in dünyanın birçok alanına yayıldığının farkında olan ve yüreği birliği düşlenen Türk dünyasında atan herkes, bugün ortak Türk Dili‘nin neden oluşturulamadığı konusunda yakınıp duruyor. Bu yazımda, ortak bir Türk Dili‘nin neden oluşturulması gerektiğine, niçin şimdiye kadar oluşturulamadığına ve nasıl oluşturulabileceğine değinmek istiyorum.
Ortak Türk Dili neden kurulmalıdır?
Türkler, dünya üzerindeki izlerini takip edebildiğimiz günlerden beri, birçok alanda yaşamışlardır. Ana yurdumuz Tanrı Dağları’nın çevresinden yayılarak bugünlere gelen biz Türkler, bugün çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdayız. Anadolu’dan Avrupa’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Afika’dan Uzak Doğu’ya kadar her yerde Türk‘ün yaşadığına tanık olabiliyoruz. Eski dönemlerden beri çok farklı alanlara dağıldığımız için, kullanmış olduğumuz ortak dil olan Türkçe de zamanla birbirinden farklı şiveler - lehçeler doğurmuş ve birçok Türk ilinde farklı yazı dilleri oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan‘da, zamanla Türkçenin özellikle ses yapısında değişmelerin meydana geldiğini görürüz. Türkler’in dünya üzerine dağılmasından sonra birbirleriyle pek ilişki içerisinde bulunmamaları ve diğer Türk illerinden habersiz yaşamaları, dilde de farklılaşmaları beraberinde getirmiştir. Bu kopukluklar neticesinde, Kırgızistan Türkçesi, Kazakistan Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Özbekistan Türkçesi, Türkiye Türkçesi… gibi Türkçenin yeni kolları oluşmuştur. Bu kollardan bazıları birbirine çok yakındır, bazıları ise birbirine çok uzaktır. Örneğin Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi birbirine çok yakındır; fakat Yakutistan Türkçesi ile Gagauz Türkçesi birbirine çok uzaktır.
Türk dünyasındaki dilsel anlamdaki bu farklılıklar, kuşkusuz bizim kültür, tarih, soy, ulus… birliğimizi de derinden etkilemiştir. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde Ruslar’ın egemenliği altında yaşayan soydaşlarımıza Rusça öğretilmiş ve onlara “Sen Türk değil Azerisin, Özbeksin, Tatarsın, Kazaksın…” denilerek, onları Türk dünyasından koparmak istemişlerdir. İran’da yaşayan Oğuz boylu soydaşlarımız, Farslar’ın baskılarına maruz kalmışlar, genç Türk çocukları Farsça eğitim almak zorunda kalmışlar ve sonuçta Türkçeyi Farsça ile iç içe kullanacak hâle gelmişlerdir. Kerkük’teki Türkmen yiğitleri, emperyalist güçlerin alçakça politikalarına kurban gitmiş, kutlu Türkçelerini Arapçayla iç içe kullanmaya başlamışlardır. Buna benzer biçimlerde, dünyanın dört yanındaki Türkler, çeşitli baskılar altında kalmışlar ve dayatmalar sonucu öz dillerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıla gelmişlerdir. Bizlerin amacı, bütün Türk dünyasında rahatça konuşulabilecek ve yazıya aktarılabilecek ortak bir Türk dili oluşturmaktır. Çünkü dil, bir ulusun temel taşlarından biridir. Çünkü dilini kaybeden uluslar, benliklerini de kaybederler. Biz, benliğimizi kaybetmemek adına mücadele ediyoruz. Bunun için, İkinci Göktürk Devleti dönemindeki gibi, bütün Türkler’in tek çatı altında yaşayabileceği günlerin özlemini duyduğumuz bir dönemde, o günleri yaşayacağımız zamana hazırlık yapmak için şimdiden Türk dünyasının bir ortak dile kavuşması gerektiğini düşünüyoruz.
Ortak Türk Dili niçin şimdiye kadar oluşturulamadı?
Tarihin eski dönemlerinden beri, biz dünyaya düzen verdikçe, düşman sahibi kazanmışızdır. Bugüne kadar birçok ulusla savaşmış, karşı karşıya gelmişizdir. Bunun için dünyada bizi gerçekten sevenler kadar, sevmeyenler de vardır. Bugün Çinliler, hâlâ Doğu Türkistan’daki soydaşlarımıza akıl almaz eziyetler etmektedirler. Rusya, hâlâ Sovyetler’in dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türk devletlerine baskı yapmaktadır. Avrupa Birliği, ABD… Anlayacağınız dünyanın birçok güç odağı, Türkler’in dünya üzerinde yeni bir güç odağı oluşturmalarını istemezler. Bunun için, gerek Türk birliği gerekse de Türklüğün yücelmesi için atılması düşünülen bütün adımlar, Türk karşıtı odaklarca çeşitli yollarla engellenmeye çalışılmaktadır.
Dünyadaki Türk devletlerinden, dünya siyasetinde en etkili olanı kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Diğer Türk devletlerinin çoğu, bağımsızlığını yeni kazanmış veya özerk devletler kurmuştur. Henüz tam bağımsızlık ve iç denetim anlamında bile eksikleri bulunan Türk devletlerinin çoğu, iç ve dış sorunlarını aşıp dünya Türkleriyle buluşma olanağı bulamamıştır. Hem dış devletlerin baskısı hem de ekonomik ve siyasal anlamdaki güçsüzlük, bugüne kadar Türk dünyasında belli anlamda birliğin sağlanabilmesini zorlaştırmıştır. Ayrıca duygulardan sıyrılarak kabul edilmesi gereken bir şey vardır ki, bugün varlığını devam ettiren bazı Türk topluluklarının, Türklük bilinçleri oldukça zayıflamıştır. Örneğin bazı Yakutistan Türkler’i, atalarının Türk olduklarını bile bilmezler. Aynı durum, Kazakistan‘da, Kırgızistan‘da… da geçerlidir. Fakat düşünmek gerekir ki, bugün Türkiye’de bile milli bilinçten yoksun bir kısım gençlik bulunmaktadır. Bu kadar uzun zaman Türk dünyasından kopuk yaşayan ve çeşitli baskılara maruz kalan dünya Türkler’inin içinde, milli bilincin zayıflaması olağandır. Bunun dışında, Türklüklerine sımsıkı bağlı olan, hâlâ Göktürkler’i yaşayan - yaşatan, bir an önce Türk birliğinin (Turan’ın) kurulmasını isteyen yürekli Türkler çoğunluktadır.. Yalnızca Türkiye’de değil, Özbekistan‘da, Gagauzya‘da, Tataristan’da, Azerbaycan‘da… Türklüğe yüreğini vermiş nice soydaşlarımız vardır.
Yukarıda değindiğim gibi, hem ekonomik ve siyasal anlamdaki güçsüzlük hem de baskıların getirmiş olduğu kötü bir ortam, bugüne kadar ortak Türk dilinin oluşturulmasına engel olmuştur.
Ortak Türk Dili nasıl oluşturulur?
Yıllar sonra üzerindeki baskıları atmayı başaran Türk devletleri, gün geçtikçe güçlenmekte ve sanat, edebiyat, spor, kültür… etkinliklerinde kendini ileriye taşımaya çalışmaktadır. Örneğin Türkmenistan, planlı ekonomi ile on yıl kadar kısa bir süre içinde büyük bir başarı sağlamış ve refaha kavuşmuştur. Bugün Türkmenistan’da elektrik, su, doğalgaz, tuz… bedavadır. İşte böyle başarıları elde eden Türk devletleri çoğaldıkça, özümüzdeki Türklük bilinci de uyanmaya çalışmaktadır.
Ortak Türk Dili’nin kurulması için, ön koşullardan birisi “Ortak Türk Abecesi (Alfabesi)“dir. Bu konuda, son zamanlarda çalışmalar yapılmış ve 34 harfli Ortak Türk Alfabesi oluşturulmuştur. Bugüne kadar bu ortak dilin oluşturulamama nedenlerinden birisi de, alfabe ortaklığının olmamasıdır. Latin, Kiril ve Arap Alfabeleri‘nin kullanıldığı Türk dünyasında, bugün neredeyse bütün Türk devletlerinde Latin Alfabesi‘ne geçilmiştir. Son olarak Gagauzlar, Kiril Alfabesi’ni bırakıp Latin Alfabesi‘ne geçiş yapmışlardır. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, bugün Türkçe için en uygun alfabe Latin Alfabesi‘dir. Bütün Türk devletlerinde Latin Alfabesi‘ne geçişin tamamlanması, ortak dil yaratma çabaları açısından oldukça sevindirici bir gelişmedir. Bütün Türk lehçelerindeki sesleri karşılayabilecek ortak Türk Alfabesi, şu harflerden oluşmaktadır:
“a, b, c, ç, d, e, ä, f, g, ğ, h, x, ı, i, j, k, q, l, m, n, ñ, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, w, y, z”
Bugün, ortak Türk Dili oluşturma çabaları içerisinde, bütün Türk devletlerinden yukarıdaki 34 harften alınarak oluşturulacak bir alfabe kullanılmaları istenmektedir. Gün geçtikçe, durum buna doğru yaklaşmaktadır. Ortak Türk Alfabesi’ndeki “ä” harfi, “kapalı e“ sesini; “x“ harfi, “gırtlak h” sini; “q“ harfi, “kalın k“ sesini; “ñ“ harfi, “nazal (burun) n” sini karşılamaktadır. Bu farklılıklar, Türk lehçelerinin ses yapılarındaki farklılıklardan doğmaktadır. Aslında bu Ortak Türk Alfabesi’ndeki nazal n (ñ) gibi harflerin karşıladıkları sesler, bugün Anadolu’da da yaşamaktadır. Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde burundan çıkan “ñ” sesini, bu harf karşılamaktadır.
Türkçenin bugün dünya üzerinde farklı bölgelere yayılmış kollarının, ortak bir iletişim dili oluşturabilmesi, bugün yaşayan Türk lehçelerinin korudukları söz varlıkları ve yapıları dolayısıyla daha kolaydır. Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Yakutistan, Türkiye… Türkçesinin söz (tümce) dizimleri hep aynıdır. Ayrıca Türkçenin bu kolları arasında, büyük bir “söz varlığı” ortaklığı bulunmaktadır. Bütün Türk lehçelerindeki fiiller, Türkçe kökenlidir. Zamirlerin neredeyse hepsi, Türkçe kökenlidir. Sayılar, bütün Türk illerinde “bir“den başlayıp “milyar“a kavuşuncaya kadar aynıdır. Renk adları, üç aşağı beş yukarı aynıdır. Ayrıca “temel sözcükler” dediğimiz “burun, ağız, dağ, taş, gök, yeşil, kuş, bulut…” gibi sözcüklerin neredeyse hepsi, bütün Türk dünyasında ortaktır. Lehçeler arasında, yalnızca “ses” boyutunda farklılaşmalar vardır. Örneğin Türkiye Türkçesinde “yeşil” olan renk adı, diğer Türk lehçelerinde “yaşıl, jasıl, caşıl” biçiminde kullanılmaktadır. İşte bu hem yapı hem de söz varlığı boyutundaki büyük ortaklık, Türk lehçelerinin bugün kolaylıkla bir ortak iletişim dili oluşturabileceği konusunda, bize umut vermektedir.
Türk dünyasında ortak bir dil oluşturma, iki yolla gerçekleşebilir. Ya bütün Türklerin bildiği yabancı bir dili, ortak dil yapacağız; ya da Türk şiveleri - lehçeleri içerisinden birini, ortak Türk Dili yapacağız. Birincisi hem olanaksız hem de anlamsızdır. Amacımız kutlu Türkçemizi yüceltmek ve Türk illerindeki soydaşlarımızla, öz dilimizle konuşmaya çalışmakken, yabancı bir dili bütün Türklerin ortak dili yapmak doğru olmaz. Zaten bu doğru olsa bile, olanaklı olmaz; çünkü dünyadaki bütün Türklerin bildiği ortak bir yabancı dil yoktur. Irak’taki Türkler’in yabancı dili Arapça, Makedonya’daki Türkler’in yabancı dili Sırpça veya Makedonca, İran’daki Türkler’in yabancı dili Farsça, Kırgızistan‘daki Türkler’in yabancı dili ise Rusçadır. Görüldüğü gibi bütün Türklerin ortak bir yabancı dili yoktur. Bunun için yabancı dille ortak bir dil oluşturulamaz. İkinci yöntem bugün yaşayan Türk şivelerinden - lehçelerinden birinin, ortak Türk dili yapılmasıdır. Peki bu Türk lehçesini kim seçecek? Türkologlar mı, Türk Dil Kurumu mu, devlet başkanları mı, yoksa biz mi? Yoksa bütün Türk lehçelerinden toplanacak sözcüklerin birleştirilmesiyle yeni bir dil mi oluşturulması gerekiyor? Elbette bu, böylesine bir yolla veya seçimle olacak bir iş değildir. Dil, canlı bir varlıktır ve bu ortak dil yaratma sürecinin de aynı canlılık içerisinde olması gerekir. Anlayacağınız, ortak dil oluşum sürecini, doğallığı içerisinde beklememiz gerekiyor.
Türk şivelerinden - lehçelerinden birinin, ortak Türk Dili olabilmesi için, bütün Türk dünyasının etkileşim içerisinde olması gerekiyor. Etkileşim olmadığı sürece, ortak Türk Dili‘nin doğal olarak oluşması olanaksızdır. Bunun için, oturup da bütün Türk lehçelerinden birkaç sözcük alıp yeni bir ortak iletişim dili oluşturmak yerine, Türk topluluklarının etkileşimi dolayısıyla dillerin de etkileşimini gerçekleştirmek ve bunun doğal bir sonucu olarak ortak bir Türk Dili’nin oluşmasını sağlamak gerekir. Türk illerinin, birbirleriyle etkileşiminin sağlanması çok yönlü olabilir. Farklı Türk illerindeki gençler, evrenkentlere (üniversitelere) yerleştirilebilir; Türklük bilimciler bu konularda araştırmalarını sürdürüp Türkoloji toplantılarını arttırabilir; Türk illerine geziler düzenlenebilir; bütün Türk illerinde farklı Türk illerinden gelen öğrencilerin okuyabileceği okullar açılabilir; ortak kültürümüzün ürünleri olan yazınımıza ait eserler (örneğin Dede Korkut Destanları) farklı Türk illerinde farklı Türk lehçeleriyle basılarak dağıtılabilir; Türklüğü ve Türklük değerlerini anlatan belgeseller, filmler çekilip bütün Türk lehçeleriyle seslendirildikten sonra her Türk ilinde bunlar sunulabilir; herkesin kolayca erişebileceği internette büyük Türk otağları kurulabilir; devlet başkanlarının Türk toplulukları arasındaki iletişime her yönden destek olması sağlanabilir…
Yukarıda sıralananlar yapılırsa, ortak iletişim dilimiz kendi doğallığı içerisinde oluşur ve bütün Türk dünyası uyanıp yeniden dünyada büyük bir güç odağı oluşturabilir. İnanın bu hiç de zor değil. Tam tersine çok kolay. Ahmet Bican Ercilasun hocamızın “Ortak İletişim Dili ve Ortak Alfabe Üzerine” adlı makalesinde belirttiği üzere: “Bir Türkiye Türk’ü ile bir Azerbaycan Türk’ü birkaç saat içinde; bir Türkiye Türk’ü ile bir Türkmen, Kırım, Özbek veya Uygur Türk’ü 7-10 gün içinde; bir Türkiye Türk’ü ile bir Tatar Türk’ü 15 - 20 gün içinde; bir Türkiye Türk’ü ile Kazak, Kırgız ve Başkurt Türk’ü bir ay içinde %70-80′lik anlaşma seviyesine ulaşabilmektedir.” Yani buradan anlaşılacağı üzere, bütün Türkler çok sıkı ilişkiler içerisinde yaşasa ve sürekli birbirleriyle konuşabilse, en geç 1-2 ay içerisinde herkes birbiriyle sorunsuz olarak anlaşabilecektir. Elbette öz Türkçeden oldukça uzaklaşmış Türkçeyi kullanan kandaşlarımız için, bu süre daha fazla olabilir. Veya bir Kırgızistan Türk’ü ile bir Kazakistan Türk’ünün anlaşabilme süresi, çok daha azalabilir. Bunun örneği, bugün Türkiye Türkleri ile Azerbaycan Türkleri arasındaki ilişkinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan dilsel benzerliklerde görülebilir. Hem özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde milyonlarca Azerbaycan Türk’ünün yaşaması ve bir o kadar Anadolu Türk’ünün de Azerbaycan’da yaşaması hem de coğrafi yakınlık nedeniyle ilişkilerin artması, dillerimizin de birbirinden etkilenerek çok benzer olmasını sağlamıştır.
İşte bu anlatılanlar çerçevesinde, ortak bir Türk Dili’ni oluşturabilmenin tek yolunun, Türk dünyası ile ilişkileri arttırmaktan geçtiğini ortaya koyabiliriz. Bir günde devlet yıkıp, bir gecede devlet kuran yüce Türk ulusu olarak, her türlü engele karşı Türk birliğinin ilk adımı olan dil birliğini de oluşturacağımız gün, yakındır.
Tanrı, Türk’ün yardımcısı olsun…
Dünyadaki bütün Türklerin birbirlerini kolayca anlayabilecekleri bir dili kullandıkları, Türkiye’den Özbekistan‘a giden bir Türk’ün oradaki soydaşlarımızla hiç zorlanmadan anlaştığı, Tataristan’dan Ege Üniversitesi’ne gelen bir Tatar Türk’ünün ilk yıl Türkiye Türkçesini öğrenmek zorunda olmadığı ve Gagauzya‘da Kazakistan‘da yayın yapan televizyonların izlendiği bir Türk dünyasını düşünebiliyor musunuz? Türk’ün Türk’ten kopmadığı, ayaklarını yere daha sağlam bastığı ve dünyadaki üç yüz milyona yakın soydaşının verdiği manevi güçle işe koyulduğu bir Türk dünyası…
Türkler’in dünyanın birçok alanına yayıldığının farkında olan ve yüreği birliği düşlenen Türk dünyasında atan herkes, bugün ortak Türk Dili‘nin neden oluşturulamadığı konusunda yakınıp duruyor. Bu yazımda, ortak bir Türk Dili‘nin neden oluşturulması gerektiğine, niçin şimdiye kadar oluşturulamadığına ve nasıl oluşturulabileceğine değinmek istiyorum.
Ortak Türk Dili neden kurulmalıdır?
Türkler, dünya üzerindeki izlerini takip edebildiğimiz günlerden beri, birçok alanda yaşamışlardır. Ana yurdumuz Tanrı Dağları’nın çevresinden yayılarak bugünlere gelen biz Türkler, bugün çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdayız. Anadolu’dan Avrupa’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Afika’dan Uzak Doğu’ya kadar her yerde Türk‘ün yaşadığına tanık olabiliyoruz. Eski dönemlerden beri çok farklı alanlara dağıldığımız için, kullanmış olduğumuz ortak dil olan Türkçe de zamanla birbirinden farklı şiveler - lehçeler doğurmuş ve birçok Türk ilinde farklı yazı dilleri oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan‘da, zamanla Türkçenin özellikle ses yapısında değişmelerin meydana geldiğini görürüz. Türkler’in dünya üzerine dağılmasından sonra birbirleriyle pek ilişki içerisinde bulunmamaları ve diğer Türk illerinden habersiz yaşamaları, dilde de farklılaşmaları beraberinde getirmiştir. Bu kopukluklar neticesinde, Kırgızistan Türkçesi, Kazakistan Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Özbekistan Türkçesi, Türkiye Türkçesi… gibi Türkçenin yeni kolları oluşmuştur. Bu kollardan bazıları birbirine çok yakındır, bazıları ise birbirine çok uzaktır. Örneğin Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi birbirine çok yakındır; fakat Yakutistan Türkçesi ile Gagauz Türkçesi birbirine çok uzaktır.
Türk dünyasındaki dilsel anlamdaki bu farklılıklar, kuşkusuz bizim kültür, tarih, soy, ulus… birliğimizi de derinden etkilemiştir. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde Ruslar’ın egemenliği altında yaşayan soydaşlarımıza Rusça öğretilmiş ve onlara “Sen Türk değil Azerisin, Özbeksin, Tatarsın, Kazaksın…” denilerek, onları Türk dünyasından koparmak istemişlerdir. İran’da yaşayan Oğuz boylu soydaşlarımız, Farslar’ın baskılarına maruz kalmışlar, genç Türk çocukları Farsça eğitim almak zorunda kalmışlar ve sonuçta Türkçeyi Farsça ile iç içe kullanacak hâle gelmişlerdir. Kerkük’teki Türkmen yiğitleri, emperyalist güçlerin alçakça politikalarına kurban gitmiş, kutlu Türkçelerini Arapçayla iç içe kullanmaya başlamışlardır. Buna benzer biçimlerde, dünyanın dört yanındaki Türkler, çeşitli baskılar altında kalmışlar ve dayatmalar sonucu öz dillerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıla gelmişlerdir. Bizlerin amacı, bütün Türk dünyasında rahatça konuşulabilecek ve yazıya aktarılabilecek ortak bir Türk dili oluşturmaktır. Çünkü dil, bir ulusun temel taşlarından biridir. Çünkü dilini kaybeden uluslar, benliklerini de kaybederler. Biz, benliğimizi kaybetmemek adına mücadele ediyoruz. Bunun için, İkinci Göktürk Devleti dönemindeki gibi, bütün Türkler’in tek çatı altında yaşayabileceği günlerin özlemini duyduğumuz bir dönemde, o günleri yaşayacağımız zamana hazırlık yapmak için şimdiden Türk dünyasının bir ortak dile kavuşması gerektiğini düşünüyoruz.
Ortak Türk Dili niçin şimdiye kadar oluşturulamadı?
Tarihin eski dönemlerinden beri, biz dünyaya düzen verdikçe, düşman sahibi kazanmışızdır. Bugüne kadar birçok ulusla savaşmış, karşı karşıya gelmişizdir. Bunun için dünyada bizi gerçekten sevenler kadar, sevmeyenler de vardır. Bugün Çinliler, hâlâ Doğu Türkistan’daki soydaşlarımıza akıl almaz eziyetler etmektedirler. Rusya, hâlâ Sovyetler’in dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türk devletlerine baskı yapmaktadır. Avrupa Birliği, ABD… Anlayacağınız dünyanın birçok güç odağı, Türkler’in dünya üzerinde yeni bir güç odağı oluşturmalarını istemezler. Bunun için, gerek Türk birliği gerekse de Türklüğün yücelmesi için atılması düşünülen bütün adımlar, Türk karşıtı odaklarca çeşitli yollarla engellenmeye çalışılmaktadır.
Dünyadaki Türk devletlerinden, dünya siyasetinde en etkili olanı kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Diğer Türk devletlerinin çoğu, bağımsızlığını yeni kazanmış veya özerk devletler kurmuştur. Henüz tam bağımsızlık ve iç denetim anlamında bile eksikleri bulunan Türk devletlerinin çoğu, iç ve dış sorunlarını aşıp dünya Türkleriyle buluşma olanağı bulamamıştır. Hem dış devletlerin baskısı hem de ekonomik ve siyasal anlamdaki güçsüzlük, bugüne kadar Türk dünyasında belli anlamda birliğin sağlanabilmesini zorlaştırmıştır. Ayrıca duygulardan sıyrılarak kabul edilmesi gereken bir şey vardır ki, bugün varlığını devam ettiren bazı Türk topluluklarının, Türklük bilinçleri oldukça zayıflamıştır. Örneğin bazı Yakutistan Türkler’i, atalarının Türk olduklarını bile bilmezler. Aynı durum, Kazakistan‘da, Kırgızistan‘da… da geçerlidir. Fakat düşünmek gerekir ki, bugün Türkiye’de bile milli bilinçten yoksun bir kısım gençlik bulunmaktadır. Bu kadar uzun zaman Türk dünyasından kopuk yaşayan ve çeşitli baskılara maruz kalan dünya Türkler’inin içinde, milli bilincin zayıflaması olağandır. Bunun dışında, Türklüklerine sımsıkı bağlı olan, hâlâ Göktürkler’i yaşayan - yaşatan, bir an önce Türk birliğinin (Turan’ın) kurulmasını isteyen yürekli Türkler çoğunluktadır.. Yalnızca Türkiye’de değil, Özbekistan‘da, Gagauzya‘da, Tataristan’da, Azerbaycan‘da… Türklüğe yüreğini vermiş nice soydaşlarımız vardır.
Yukarıda değindiğim gibi, hem ekonomik ve siyasal anlamdaki güçsüzlük hem de baskıların getirmiş olduğu kötü bir ortam, bugüne kadar ortak Türk dilinin oluşturulmasına engel olmuştur.
Ortak Türk Dili nasıl oluşturulur?
Yıllar sonra üzerindeki baskıları atmayı başaran Türk devletleri, gün geçtikçe güçlenmekte ve sanat, edebiyat, spor, kültür… etkinliklerinde kendini ileriye taşımaya çalışmaktadır. Örneğin Türkmenistan, planlı ekonomi ile on yıl kadar kısa bir süre içinde büyük bir başarı sağlamış ve refaha kavuşmuştur. Bugün Türkmenistan’da elektrik, su, doğalgaz, tuz… bedavadır. İşte böyle başarıları elde eden Türk devletleri çoğaldıkça, özümüzdeki Türklük bilinci de uyanmaya çalışmaktadır.
Ortak Türk Dili’nin kurulması için, ön koşullardan birisi “Ortak Türk Abecesi (Alfabesi)“dir. Bu konuda, son zamanlarda çalışmalar yapılmış ve 34 harfli Ortak Türk Alfabesi oluşturulmuştur. Bugüne kadar bu ortak dilin oluşturulamama nedenlerinden birisi de, alfabe ortaklığının olmamasıdır. Latin, Kiril ve Arap Alfabeleri‘nin kullanıldığı Türk dünyasında, bugün neredeyse bütün Türk devletlerinde Latin Alfabesi‘ne geçilmiştir. Son olarak Gagauzlar, Kiril Alfabesi’ni bırakıp Latin Alfabesi‘ne geçiş yapmışlardır. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, bugün Türkçe için en uygun alfabe Latin Alfabesi‘dir. Bütün Türk devletlerinde Latin Alfabesi‘ne geçişin tamamlanması, ortak dil yaratma çabaları açısından oldukça sevindirici bir gelişmedir. Bütün Türk lehçelerindeki sesleri karşılayabilecek ortak Türk Alfabesi, şu harflerden oluşmaktadır:
“a, b, c, ç, d, e, ä, f, g, ğ, h, x, ı, i, j, k, q, l, m, n, ñ, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, w, y, z”
Bugün, ortak Türk Dili oluşturma çabaları içerisinde, bütün Türk devletlerinden yukarıdaki 34 harften alınarak oluşturulacak bir alfabe kullanılmaları istenmektedir. Gün geçtikçe, durum buna doğru yaklaşmaktadır. Ortak Türk Alfabesi’ndeki “ä” harfi, “kapalı e“ sesini; “x“ harfi, “gırtlak h” sini; “q“ harfi, “kalın k“ sesini; “ñ“ harfi, “nazal (burun) n” sini karşılamaktadır. Bu farklılıklar, Türk lehçelerinin ses yapılarındaki farklılıklardan doğmaktadır. Aslında bu Ortak Türk Alfabesi’ndeki nazal n (ñ) gibi harflerin karşıladıkları sesler, bugün Anadolu’da da yaşamaktadır. Özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde burundan çıkan “ñ” sesini, bu harf karşılamaktadır.
Türkçenin bugün dünya üzerinde farklı bölgelere yayılmış kollarının, ortak bir iletişim dili oluşturabilmesi, bugün yaşayan Türk lehçelerinin korudukları söz varlıkları ve yapıları dolayısıyla daha kolaydır. Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Yakutistan, Türkiye… Türkçesinin söz (tümce) dizimleri hep aynıdır. Ayrıca Türkçenin bu kolları arasında, büyük bir “söz varlığı” ortaklığı bulunmaktadır. Bütün Türk lehçelerindeki fiiller, Türkçe kökenlidir. Zamirlerin neredeyse hepsi, Türkçe kökenlidir. Sayılar, bütün Türk illerinde “bir“den başlayıp “milyar“a kavuşuncaya kadar aynıdır. Renk adları, üç aşağı beş yukarı aynıdır. Ayrıca “temel sözcükler” dediğimiz “burun, ağız, dağ, taş, gök, yeşil, kuş, bulut…” gibi sözcüklerin neredeyse hepsi, bütün Türk dünyasında ortaktır. Lehçeler arasında, yalnızca “ses” boyutunda farklılaşmalar vardır. Örneğin Türkiye Türkçesinde “yeşil” olan renk adı, diğer Türk lehçelerinde “yaşıl, jasıl, caşıl” biçiminde kullanılmaktadır. İşte bu hem yapı hem de söz varlığı boyutundaki büyük ortaklık, Türk lehçelerinin bugün kolaylıkla bir ortak iletişim dili oluşturabileceği konusunda, bize umut vermektedir.
Türk dünyasında ortak bir dil oluşturma, iki yolla gerçekleşebilir. Ya bütün Türklerin bildiği yabancı bir dili, ortak dil yapacağız; ya da Türk şiveleri - lehçeleri içerisinden birini, ortak Türk Dili yapacağız. Birincisi hem olanaksız hem de anlamsızdır. Amacımız kutlu Türkçemizi yüceltmek ve Türk illerindeki soydaşlarımızla, öz dilimizle konuşmaya çalışmakken, yabancı bir dili bütün Türklerin ortak dili yapmak doğru olmaz. Zaten bu doğru olsa bile, olanaklı olmaz; çünkü dünyadaki bütün Türklerin bildiği ortak bir yabancı dil yoktur. Irak’taki Türkler’in yabancı dili Arapça, Makedonya’daki Türkler’in yabancı dili Sırpça veya Makedonca, İran’daki Türkler’in yabancı dili Farsça, Kırgızistan‘daki Türkler’in yabancı dili ise Rusçadır. Görüldüğü gibi bütün Türklerin ortak bir yabancı dili yoktur. Bunun için yabancı dille ortak bir dil oluşturulamaz. İkinci yöntem bugün yaşayan Türk şivelerinden - lehçelerinden birinin, ortak Türk dili yapılmasıdır. Peki bu Türk lehçesini kim seçecek? Türkologlar mı, Türk Dil Kurumu mu, devlet başkanları mı, yoksa biz mi? Yoksa bütün Türk lehçelerinden toplanacak sözcüklerin birleştirilmesiyle yeni bir dil mi oluşturulması gerekiyor? Elbette bu, böylesine bir yolla veya seçimle olacak bir iş değildir. Dil, canlı bir varlıktır ve bu ortak dil yaratma sürecinin de aynı canlılık içerisinde olması gerekir. Anlayacağınız, ortak dil oluşum sürecini, doğallığı içerisinde beklememiz gerekiyor.
Türk şivelerinden - lehçelerinden birinin, ortak Türk Dili olabilmesi için, bütün Türk dünyasının etkileşim içerisinde olması gerekiyor. Etkileşim olmadığı sürece, ortak Türk Dili‘nin doğal olarak oluşması olanaksızdır. Bunun için, oturup da bütün Türk lehçelerinden birkaç sözcük alıp yeni bir ortak iletişim dili oluşturmak yerine, Türk topluluklarının etkileşimi dolayısıyla dillerin de etkileşimini gerçekleştirmek ve bunun doğal bir sonucu olarak ortak bir Türk Dili’nin oluşmasını sağlamak gerekir. Türk illerinin, birbirleriyle etkileşiminin sağlanması çok yönlü olabilir. Farklı Türk illerindeki gençler, evrenkentlere (üniversitelere) yerleştirilebilir; Türklük bilimciler bu konularda araştırmalarını sürdürüp Türkoloji toplantılarını arttırabilir; Türk illerine geziler düzenlenebilir; bütün Türk illerinde farklı Türk illerinden gelen öğrencilerin okuyabileceği okullar açılabilir; ortak kültürümüzün ürünleri olan yazınımıza ait eserler (örneğin Dede Korkut Destanları) farklı Türk illerinde farklı Türk lehçeleriyle basılarak dağıtılabilir; Türklüğü ve Türklük değerlerini anlatan belgeseller, filmler çekilip bütün Türk lehçeleriyle seslendirildikten sonra her Türk ilinde bunlar sunulabilir; herkesin kolayca erişebileceği internette büyük Türk otağları kurulabilir; devlet başkanlarının Türk toplulukları arasındaki iletişime her yönden destek olması sağlanabilir…
Yukarıda sıralananlar yapılırsa, ortak iletişim dilimiz kendi doğallığı içerisinde oluşur ve bütün Türk dünyası uyanıp yeniden dünyada büyük bir güç odağı oluşturabilir. İnanın bu hiç de zor değil. Tam tersine çok kolay. Ahmet Bican Ercilasun hocamızın “Ortak İletişim Dili ve Ortak Alfabe Üzerine” adlı makalesinde belirttiği üzere: “Bir Türkiye Türk’ü ile bir Azerbaycan Türk’ü birkaç saat içinde; bir Türkiye Türk’ü ile bir Türkmen, Kırım, Özbek veya Uygur Türk’ü 7-10 gün içinde; bir Türkiye Türk’ü ile bir Tatar Türk’ü 15 - 20 gün içinde; bir Türkiye Türk’ü ile Kazak, Kırgız ve Başkurt Türk’ü bir ay içinde %70-80′lik anlaşma seviyesine ulaşabilmektedir.” Yani buradan anlaşılacağı üzere, bütün Türkler çok sıkı ilişkiler içerisinde yaşasa ve sürekli birbirleriyle konuşabilse, en geç 1-2 ay içerisinde herkes birbiriyle sorunsuz olarak anlaşabilecektir. Elbette öz Türkçeden oldukça uzaklaşmış Türkçeyi kullanan kandaşlarımız için, bu süre daha fazla olabilir. Veya bir Kırgızistan Türk’ü ile bir Kazakistan Türk’ünün anlaşabilme süresi, çok daha azalabilir. Bunun örneği, bugün Türkiye Türkleri ile Azerbaycan Türkleri arasındaki ilişkinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan dilsel benzerliklerde görülebilir. Hem özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde milyonlarca Azerbaycan Türk’ünün yaşaması ve bir o kadar Anadolu Türk’ünün de Azerbaycan’da yaşaması hem de coğrafi yakınlık nedeniyle ilişkilerin artması, dillerimizin de birbirinden etkilenerek çok benzer olmasını sağlamıştır.
İşte bu anlatılanlar çerçevesinde, ortak bir Türk Dili’ni oluşturabilmenin tek yolunun, Türk dünyası ile ilişkileri arttırmaktan geçtiğini ortaya koyabiliriz. Bir günde devlet yıkıp, bir gecede devlet kuran yüce Türk ulusu olarak, her türlü engele karşı Türk birliğinin ilk adımı olan dil birliğini de oluşturacağımız gün, yakındır.
Tanrı, Türk’ün yardımcısı olsun…
Türk Birliği Kurulmalıdır!
Türk Birliği Kurulmalıdır!
Bugün, dünya üzerinde çeşitli ortaklıklardan yararlanılarak kurulmuş yüzlerce birlik vardır. Özellikle güçlü devletlerin önderliğinde, toplumlar / devletler arasında ortak yönler bulunarak bu benzerlikler çerçevesinde yeni bir “birlik” oluşturma çabalarını görebiliyoruz. Dil, din, soy veya ülkü ortaklıkları bulunan devletler, emperyalist politikaların var olduğu şu dönemde birleşerek belli yönlerde daha güçlü olmak için çabalıyorlar. Düşünün ki adları aynı olan insanlar bile birbirlerini hiç tanımadıkları hâlde karşılıklı bir “yakınlık” duyarlar ve belki de kendilerini ortak bir “çatının” altında görürler. Gözleri renkli olan insanların bile bir ortaklıkları vardır. Böylesine küçük benzerlikleri bile bir “ortaklık” sayarken, aralarında “dil, kültür, soy, din…” gibi ortaklıkların bulunduğu toplumların sahip olduğu değerler çevresinde bir araya gelmesi oldukça doğaldır.
Dilleri, soyları, kültürleri ve mezhepleri birbirinden apayrı olan Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda… gibi devletlerin kurdukları “Avrupa Birliği“, bugün dünya siyasetine yön verebilecek kadar etkili ve hatta bizi batağa çekmek isteyen siyasetçilerin “göz bebeği” durumuna gelmiştir. Her gün binlerce insanın ölümüne neden olan ve dünyanın çeşitli yerlerinde mandalar kurarak “güç odağı” hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda da “Avrupa Birliği“ne benzer bir ortaklık söz konusudur. Bugün sefalet içerisinde yaşayan Afrikalılar bile 53 ülkeyi birleştirerek kendi birliklerini oluşturmuşlardır. Zamanında Anadolu’daki Türk gücünü kırmak ve Türkleri tarihten silmek isteyen Haçlı Birlikleri de, “din” ortaklığında birleşen toplumların somut bir örneğidir.
Yukarıda adı geçen toplumların neredeyse hiçbiri yokken var olan ve binlerce yıldır dilini ve kültürünü geliştirerek yaşatan biz Türkler ise, dünyanın farklı yerlerine dağılmış durumdayız. Kırgız, Kazak, Tatar, Özbek, Azeri, Başkurt, Gagauz, Türkmen, Saka… Türkler’i gibi Türk soyundan gelen kandaşlar olarak, bugün dünyanın farklı bölgelerinde ve değişik etkiler altında yaşamaya çalışıyoruz. Soydaşlarımızın çoğu, bağımsız veya özerk devletlerde yaşıyorlar. Bu Türk devletlerinin her birinin kendi bütçeleri ve siyasi, askeri… güçleri var. Dünyadaki bütün Türk nüfusu, çoğunlukla bu devletlere dağılmış durumda.
Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak farklı düzeylerde güçlerle oluşturulmuş bu kadar çok Türk devleti varken ve ortada tarih boyunca imparatorluklar kurup bütün dünyayı dize getirmiş büyük bir ulusun farklı boylarından 300 milyona yakın insan yaşıyorken, bütün Türk devletlerinin ekonomik, siyasi, askeri… anlamda güçlerini birleştireceği bir birliğin olmaması, gerçekten hepimizi üzüyor. Bu birliği yalnızca Türkiye Türkleri değil, neredeyse bütün Türkler istiyor. Özellikle Sovyetler döneminde kuzeydeki Türkler, Türklüklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmışsa da, bugün çeşitli toplantılarda Türk ellerinden gelen konuklar hep Türk birliğini arzuladığını söylemektedirler.
Türk birliğini tam anlamıyla çözemeyen / benimsemeyenler, şu soruyu sorabilirler: “Peki, Türk birliği kurulunca ne olacak?” Öyle güzel şeyler olacak ki… Her şeyden önce daha tarihin ilk dönemlerinde ayrıldığımız soydaşlarımızla bir çatı altında toplanmış olacağız. Şu anda bu “çatı“yı, devlet sınırlarının silinerek yeni sınırların çizilmesiyle kurulacak bir birliğin çatısı olarak anlamamak gerekir. Bu, şu anda istenilenin ötesinde olan bir ülküdür. Fakat şu anda onun ilk adımı olan “Avrupa Birliği“ne benzer bir birliği gerçekleştirmek gerekir. Bu birlikte devletler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar; fakat askeri, siyasi, ekonomik… anlamda dayanışma / yardımlaşma içerisinde olacakları bir Türk Birliği‘ne bağlı olacaklardır. Bu birlik sayesinde ekonomik anlamda yardımlaşmalar olacak, bütün Türk devletleri kalkındırılmaya çalışılacaktır. Hatta bugün maddi güçsüzlük nedeniyle bağımsız olamayan özerk Türk devletlerine verilecek destekle, onlar da bağımsızlığını kazanacaktır. Bu birlikle, dışarıdan aldığımız birçok şeyi (petrol, doğalgaz, tekstil ürünleri, gıda ürünleri…) Türk Birliği‘ne dahil olan ülkelerden alıp, yine dışarıya gönderdiğimiz ürünleri de öncelikli olarak Türk Birliği‘ne dahil ülkelere göndereceğiz. Böylece bugün dışarıya akıttığımız milyonlarca YTL, dolaylı olarak bizim olacaktır. Yine dışarıya sattığımız ürünler de soydaşlarımıza gidecek, bugün resmen “kaçırılan” kaynaklarımız dolaylı yoldan “bizim” olacaktır. Bunların dışında, Türk Birliği’nin desteklediği büyük sanayi bölgeleri oluşturulacak, birçok ülkede Türk malları satılacaktır.
Bugün, dünya üzerinde çeşitli ortaklıklardan yararlanılarak kurulmuş yüzlerce birlik vardır. Özellikle güçlü devletlerin önderliğinde, toplumlar / devletler arasında ortak yönler bulunarak bu benzerlikler çerçevesinde yeni bir “birlik” oluşturma çabalarını görebiliyoruz. Dil, din, soy veya ülkü ortaklıkları bulunan devletler, emperyalist politikaların var olduğu şu dönemde birleşerek belli yönlerde daha güçlü olmak için çabalıyorlar. Düşünün ki adları aynı olan insanlar bile birbirlerini hiç tanımadıkları hâlde karşılıklı bir “yakınlık” duyarlar ve belki de kendilerini ortak bir “çatının” altında görürler. Gözleri renkli olan insanların bile bir ortaklıkları vardır. Böylesine küçük benzerlikleri bile bir “ortaklık” sayarken, aralarında “dil, kültür, soy, din…” gibi ortaklıkların bulunduğu toplumların sahip olduğu değerler çevresinde bir araya gelmesi oldukça doğaldır.
Dilleri, soyları, kültürleri ve mezhepleri birbirinden apayrı olan Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda… gibi devletlerin kurdukları “Avrupa Birliği“, bugün dünya siyasetine yön verebilecek kadar etkili ve hatta bizi batağa çekmek isteyen siyasetçilerin “göz bebeği” durumuna gelmiştir. Her gün binlerce insanın ölümüne neden olan ve dünyanın çeşitli yerlerinde mandalar kurarak “güç odağı” hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda da “Avrupa Birliği“ne benzer bir ortaklık söz konusudur. Bugün sefalet içerisinde yaşayan Afrikalılar bile 53 ülkeyi birleştirerek kendi birliklerini oluşturmuşlardır. Zamanında Anadolu’daki Türk gücünü kırmak ve Türkleri tarihten silmek isteyen Haçlı Birlikleri de, “din” ortaklığında birleşen toplumların somut bir örneğidir.
Yukarıda adı geçen toplumların neredeyse hiçbiri yokken var olan ve binlerce yıldır dilini ve kültürünü geliştirerek yaşatan biz Türkler ise, dünyanın farklı yerlerine dağılmış durumdayız. Kırgız, Kazak, Tatar, Özbek, Azeri, Başkurt, Gagauz, Türkmen, Saka… Türkler’i gibi Türk soyundan gelen kandaşlar olarak, bugün dünyanın farklı bölgelerinde ve değişik etkiler altında yaşamaya çalışıyoruz. Soydaşlarımızın çoğu, bağımsız veya özerk devletlerde yaşıyorlar. Bu Türk devletlerinin her birinin kendi bütçeleri ve siyasi, askeri… güçleri var. Dünyadaki bütün Türk nüfusu, çoğunlukla bu devletlere dağılmış durumda.
Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak farklı düzeylerde güçlerle oluşturulmuş bu kadar çok Türk devleti varken ve ortada tarih boyunca imparatorluklar kurup bütün dünyayı dize getirmiş büyük bir ulusun farklı boylarından 300 milyona yakın insan yaşıyorken, bütün Türk devletlerinin ekonomik, siyasi, askeri… anlamda güçlerini birleştireceği bir birliğin olmaması, gerçekten hepimizi üzüyor. Bu birliği yalnızca Türkiye Türkleri değil, neredeyse bütün Türkler istiyor. Özellikle Sovyetler döneminde kuzeydeki Türkler, Türklüklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmışsa da, bugün çeşitli toplantılarda Türk ellerinden gelen konuklar hep Türk birliğini arzuladığını söylemektedirler.
Türk birliğini tam anlamıyla çözemeyen / benimsemeyenler, şu soruyu sorabilirler: “Peki, Türk birliği kurulunca ne olacak?” Öyle güzel şeyler olacak ki… Her şeyden önce daha tarihin ilk dönemlerinde ayrıldığımız soydaşlarımızla bir çatı altında toplanmış olacağız. Şu anda bu “çatı“yı, devlet sınırlarının silinerek yeni sınırların çizilmesiyle kurulacak bir birliğin çatısı olarak anlamamak gerekir. Bu, şu anda istenilenin ötesinde olan bir ülküdür. Fakat şu anda onun ilk adımı olan “Avrupa Birliği“ne benzer bir birliği gerçekleştirmek gerekir. Bu birlikte devletler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar; fakat askeri, siyasi, ekonomik… anlamda dayanışma / yardımlaşma içerisinde olacakları bir Türk Birliği‘ne bağlı olacaklardır. Bu birlik sayesinde ekonomik anlamda yardımlaşmalar olacak, bütün Türk devletleri kalkındırılmaya çalışılacaktır. Hatta bugün maddi güçsüzlük nedeniyle bağımsız olamayan özerk Türk devletlerine verilecek destekle, onlar da bağımsızlığını kazanacaktır. Bu birlikle, dışarıdan aldığımız birçok şeyi (petrol, doğalgaz, tekstil ürünleri, gıda ürünleri…) Türk Birliği‘ne dahil olan ülkelerden alıp, yine dışarıya gönderdiğimiz ürünleri de öncelikli olarak Türk Birliği‘ne dahil ülkelere göndereceğiz. Böylece bugün dışarıya akıttığımız milyonlarca YTL, dolaylı olarak bizim olacaktır. Yine dışarıya sattığımız ürünler de soydaşlarımıza gidecek, bugün resmen “kaçırılan” kaynaklarımız dolaylı yoldan “bizim” olacaktır. Bunların dışında, Türk Birliği’nin desteklediği büyük sanayi bölgeleri oluşturulacak, birçok ülkede Türk malları satılacaktır.
Bütün TÜRKler Kardeştir!
Bütün TÜRKler Kardeştir!
Ey Tanrı Dağları'nda doğup bu acunda at koşturan şanlı akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut ruhlu bilge, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü taşlar yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran Mete Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan gelen yüce TÜRK, sözüm sanadır.
Bugün dünyadaki birçok millet henüz ortada yokken biz TÜRKler devlet kuruyor, bu dünyanın düzenini sağlıyorduk. Binlerce yıl öncesinde Hunlar ve Göktürkler ile Türk adını tüm acuna duyurmuş ve dünya egemenliğine kavuşmuştuk. Mavi gök çadırımız, güneş de bayrağımız olmuştu. Gücümüzü yalnızca kılıcımızın keskin, bileğimizin de güçlü olmasından almıyorduk; yüce töremiz, inancımız, devletimize bağlılığımız ve eşsiz kültürümüz bizi diğer milletlerden üstün kılıyordu. Kaşgarlı Mahmud Atamız da, "Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurduğunu ve onların üzerine göklerin bütün ışıklarını döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı." diyerek Türklüğün kutluluğunu bin yıl öncesinden bize bildirmişti.
İkinci Göktürk Devleti'nde TÜRK soylu bütün kişiler tek bayrak altında toplanmıştı ve sonrasında Türk göçleriyle kandaşlar acunun farklı bölgelerine yayılmaya başladı. Birbirinden ayrı düşen soydaşların aralarındaki mesafeler, Rusların, Çinlilerin ve sayısız düşmanların bizleri bölmek için yaptıkları çalışmalarla arttı. Ruslar "Siz TÜRK değilsiniz. Siz, Kırgız, Azeri, Özbek, Kazak, Tatar...'sınız." dediler ve önce kutlu dilimizi parçaladılar. Her Türk lehçesi için uydurma birkaç kural oluşturup, onları ayrı ayrı diller durumuna getirdiler. Ağzımızdaki ana sütü kadar ak olan Türkçemizi bölüp, yirmiden fazla parçaya ayıran Ruslar, binlerce yıllık töremizi ve kültürümüzü de yozlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Türk dünyası üzerinde oynanan bütün oyunlar, Türklük güneşini her geçen gün soldurdu. "İl gider, töre kalır." dedik, fakat töremiz de bozuldu. Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Tataristan, Gagauzya, Yakutistan, Çuvaşistan, Başkurdistan...'daki Türklerin bir kısmı, Türk olmadıklarını söyleyenlere inandılar ve bunlar bugün dünyada yaşayan 300 milyona yakın soydaşından habersiz yaşamaya başladılar. Bu yabancılaşmalar sonucunda Türk illeri "yabancı ülkeler" haline geldi. Fakat doğru sözü, Bilge Kağan'ın bengü taşlarında arayanlar, atamızın 1300 yıl önce bize şöyle seslendiğini göreceklerdi: "Ey Türk budunu, üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?"
Bütün ayrılıklar, gönüllerimizdeki Türklük aşkını yıpratmadı, tam tersine yüreklerimizdeki bu büyük ateşi daha da alevlendirdi. 1990'lı yılların başında soydaşlarımızın bağımsızlığına kavuşmasıyla, kutlu TÜRK birliğine kavuşacağımız gün, düşlerimizi süslemeye başladı. Bugün, sömürgeci devletlerin göz diktiği yurtlarımızı korumanın ve TÜRK adını binlerce yıl daha yaşatabilmek için gelecek kuşaklara taşıyabilmenin tek yolunun, bütün TÜRKlerin aramızdaki kutlu kardeşliğin farkına varması ve bu temelde birleşmeyi sağlaması olduğu anlaşılmalıdır. Bu yüce ülkü, biz TÜRKler için geleceğin anahtarı, yurtlarımızın güvenliği için Türk gücünün ve bağımsızlığımızın ilk adımıdır.
Türk dünyası içinde yaşayan Türkler olarak, kimimiz Oğuz, kimimiz Kıpçak boyundanız. "Sen kimsin?" diye sorduklarında, "Türk men." diye yanıtlamış kandaşlarımız ve "Türkmen" olarak kalmış adları. Kimimiz Gök Oğuzlar'dan gelen "Gagauz" Türklerindeniz. Oğuz Türkleri atlarıyla Anadolu'ya gelmiş; fakat Kırgız Türkleri atlarını kesip yediği için atalarımızın yurdu olan Tanrı Dağları'nda kalmışlar. Baş kurt biziz, Kazak yine biz. Biz, bir kere ölüp Ergenekon'da bin defa dirilen Göktürkler'iz! Biz, aynı kazanda pişen aş; aynı kökte büyüyen koca bir ağacın dallarıyız.
Atalarımız Altaylar'da oturup, Ötüken'de savaşmış; Isık Göl gibi kımız sağıp, Ala Dağlar kadar et yığmışlar. Toylar düzenleyip, ana yurdu şen kılmışlar. Fakat zamanı geldiğinde bir ölüp, bin dirilmeyi görev bilmişler. "Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile, / Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı." düşüncesiyle hareket edip, demir dağları eriterek, damarlarımızdaki asil kanın bugünlere dek taşınmasını sağlamışlar.
Şimdi, binlerce yıldır saklayıp bugünlere taşıdığımız töremizi, dilimizi, soyumuzu, yani bütün Türklük değerlerimizi gelecek kuşaklara aynı gücüyle ve saf bir biçimde aktarabilmek için, bu yüzyılda yaşayan TÜRKler olarak bizlere çok büyük görevler düşüyor. Eğer bir gün Tanrı Dağları'nın tepesinde Oğuz Kağan'ın otağına girip, onun otağında oturan Kürşad gibi nice erlerin önünde diz vurabilmeyi düşlüyorsak, atalarımızdan devraldığımız kurt başlı sancağı taşımayı hak edebilmeliyiz. Eğer Altaylar'ın başında uluyan bir kurt veya ana yurdun üstünde süzülen bir kartal olmak istiyorsak, önce bir kurt kadar yol gösterici ve bir kartal kadar keskin görüşlü olmalıyız.
Yüce Tanrı, Türk dünyasındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesini ve kardeşliğimizin gücüyle Türklük ruhunu sonsuza kadar yaşatabilmemizi sağlasın.
Tanrı, TÜRK'ü korusun!
Ey Tanrı Dağları'nda doğup bu acunda at koşturan şanlı akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut ruhlu bilge, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü taşlar yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran Mete Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan gelen yüce TÜRK, sözüm sanadır.
Bugün dünyadaki birçok millet henüz ortada yokken biz TÜRKler devlet kuruyor, bu dünyanın düzenini sağlıyorduk. Binlerce yıl öncesinde Hunlar ve Göktürkler ile Türk adını tüm acuna duyurmuş ve dünya egemenliğine kavuşmuştuk. Mavi gök çadırımız, güneş de bayrağımız olmuştu. Gücümüzü yalnızca kılıcımızın keskin, bileğimizin de güçlü olmasından almıyorduk; yüce töremiz, inancımız, devletimize bağlılığımız ve eşsiz kültürümüz bizi diğer milletlerden üstün kılıyordu. Kaşgarlı Mahmud Atamız da, "Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurduğunu ve onların üzerine göklerin bütün ışıklarını döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı." diyerek Türklüğün kutluluğunu bin yıl öncesinden bize bildirmişti.
İkinci Göktürk Devleti'nde TÜRK soylu bütün kişiler tek bayrak altında toplanmıştı ve sonrasında Türk göçleriyle kandaşlar acunun farklı bölgelerine yayılmaya başladı. Birbirinden ayrı düşen soydaşların aralarındaki mesafeler, Rusların, Çinlilerin ve sayısız düşmanların bizleri bölmek için yaptıkları çalışmalarla arttı. Ruslar "Siz TÜRK değilsiniz. Siz, Kırgız, Azeri, Özbek, Kazak, Tatar...'sınız." dediler ve önce kutlu dilimizi parçaladılar. Her Türk lehçesi için uydurma birkaç kural oluşturup, onları ayrı ayrı diller durumuna getirdiler. Ağzımızdaki ana sütü kadar ak olan Türkçemizi bölüp, yirmiden fazla parçaya ayıran Ruslar, binlerce yıllık töremizi ve kültürümüzü de yozlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Türk dünyası üzerinde oynanan bütün oyunlar, Türklük güneşini her geçen gün soldurdu. "İl gider, töre kalır." dedik, fakat töremiz de bozuldu. Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Tataristan, Gagauzya, Yakutistan, Çuvaşistan, Başkurdistan...'daki Türklerin bir kısmı, Türk olmadıklarını söyleyenlere inandılar ve bunlar bugün dünyada yaşayan 300 milyona yakın soydaşından habersiz yaşamaya başladılar. Bu yabancılaşmalar sonucunda Türk illeri "yabancı ülkeler" haline geldi. Fakat doğru sözü, Bilge Kağan'ın bengü taşlarında arayanlar, atamızın 1300 yıl önce bize şöyle seslendiğini göreceklerdi: "Ey Türk budunu, üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?"
Bütün ayrılıklar, gönüllerimizdeki Türklük aşkını yıpratmadı, tam tersine yüreklerimizdeki bu büyük ateşi daha da alevlendirdi. 1990'lı yılların başında soydaşlarımızın bağımsızlığına kavuşmasıyla, kutlu TÜRK birliğine kavuşacağımız gün, düşlerimizi süslemeye başladı. Bugün, sömürgeci devletlerin göz diktiği yurtlarımızı korumanın ve TÜRK adını binlerce yıl daha yaşatabilmek için gelecek kuşaklara taşıyabilmenin tek yolunun, bütün TÜRKlerin aramızdaki kutlu kardeşliğin farkına varması ve bu temelde birleşmeyi sağlaması olduğu anlaşılmalıdır. Bu yüce ülkü, biz TÜRKler için geleceğin anahtarı, yurtlarımızın güvenliği için Türk gücünün ve bağımsızlığımızın ilk adımıdır.
Türk dünyası içinde yaşayan Türkler olarak, kimimiz Oğuz, kimimiz Kıpçak boyundanız. "Sen kimsin?" diye sorduklarında, "Türk men." diye yanıtlamış kandaşlarımız ve "Türkmen" olarak kalmış adları. Kimimiz Gök Oğuzlar'dan gelen "Gagauz" Türklerindeniz. Oğuz Türkleri atlarıyla Anadolu'ya gelmiş; fakat Kırgız Türkleri atlarını kesip yediği için atalarımızın yurdu olan Tanrı Dağları'nda kalmışlar. Baş kurt biziz, Kazak yine biz. Biz, bir kere ölüp Ergenekon'da bin defa dirilen Göktürkler'iz! Biz, aynı kazanda pişen aş; aynı kökte büyüyen koca bir ağacın dallarıyız.
Atalarımız Altaylar'da oturup, Ötüken'de savaşmış; Isık Göl gibi kımız sağıp, Ala Dağlar kadar et yığmışlar. Toylar düzenleyip, ana yurdu şen kılmışlar. Fakat zamanı geldiğinde bir ölüp, bin dirilmeyi görev bilmişler. "Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile, / Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı." düşüncesiyle hareket edip, demir dağları eriterek, damarlarımızdaki asil kanın bugünlere dek taşınmasını sağlamışlar.
Şimdi, binlerce yıldır saklayıp bugünlere taşıdığımız töremizi, dilimizi, soyumuzu, yani bütün Türklük değerlerimizi gelecek kuşaklara aynı gücüyle ve saf bir biçimde aktarabilmek için, bu yüzyılda yaşayan TÜRKler olarak bizlere çok büyük görevler düşüyor. Eğer bir gün Tanrı Dağları'nın tepesinde Oğuz Kağan'ın otağına girip, onun otağında oturan Kürşad gibi nice erlerin önünde diz vurabilmeyi düşlüyorsak, atalarımızdan devraldığımız kurt başlı sancağı taşımayı hak edebilmeliyiz. Eğer Altaylar'ın başında uluyan bir kurt veya ana yurdun üstünde süzülen bir kartal olmak istiyorsak, önce bir kurt kadar yol gösterici ve bir kartal kadar keskin görüşlü olmalıyız.
Yüce Tanrı, Türk dünyasındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesini ve kardeşliğimizin gücüyle Türklük ruhunu sonsuza kadar yaşatabilmemizi sağlasın.
Tanrı, TÜRK'ü korusun!
Türkler
Türkler
İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler - Napoleon Bonaparte
Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur. - Torquato Tasso (İtalyan Şair.)
Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz. - William Martin
Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini, sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır. - Alphonse de Lamartine (Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.)
Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı. - Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır.)
Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar. - M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır. - İbn-i Hassul
Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. Pierre Loti - (Fransız yazar.)
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. - Çarnayev (Rus Komutan)
Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.- Moltke
Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. - La Martine
Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır. - Towsend (İngiliz Komutan)
Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor. - Auguste Comte (Fransız sosyolog, matematikçi ve filozoftur.)
Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır. - Lady Mary Wortley Montagu
Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk'ün özünü göstermektir. Bu öz, ay ışığı gibi görülür fakat gösterilemez. - Decamps (Fransız ressam)
Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar. - Cahiz (Arap Bilgini)
Türkler pek farkında degil; ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır. Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz. - Fritz Neumark
Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur. - Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)
Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler. - Comenius (Çek Bilgini)
Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır. - William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)
Türk, Heredot'tan, Tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür. - Hammer (Ünlü Tarihçi)
Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir. - Comenius (Çek Bilgini)
Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir. - Kayzerling
Her Türk'ün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. O hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir. - Molkte
Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. - Lord Byron
Türk korkmaz, korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe el atarsa başarır. - Semame İbn-i Eşreş
Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk'ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor. - Gelland (Fransız Bilgini)
Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder. - Albert Einstein
Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar. - Andreas Phitiades
Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler. - Albert Sorel
Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez. - Baron Büsbek
On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk'e bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. - Charles Mcfarlene
Türk milleti iki bin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir. - Donaldson
Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler. - Donaldson
Türklerle dost ol, ama düşman olma. - Gianni de Michelis
Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz. - Ian Hamilton
Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur. - Ian Hamilton
Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır. - Hammer
Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim. - Sir Julien Corbet
Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir. - Mulman
Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. Vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir. - Monradgea D'ohsson
Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan Müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. Bu noktada Müslümanla Müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler. - Monradgea D'ohsson
Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk'ün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor. - Pierre Loti
Türk'ün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur. - Thomas Thorsten
Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır. - Feldmareşal von Moltke -Almanya Genelkurmay Başkanı
Türkler bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir. Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun... - Fransız Şair Lamartine
İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler - Napoleon Bonaparte
Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur. - Torquato Tasso (İtalyan Şair.)
Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz. - William Martin
Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini, sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır. - Alphonse de Lamartine (Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.)
Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı. - Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır.)
Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar. - M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır. - İbn-i Hassul
Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. Pierre Loti - (Fransız yazar.)
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. - Çarnayev (Rus Komutan)
Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.- Moltke
Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. - La Martine
Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır. - Towsend (İngiliz Komutan)
Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor. - Auguste Comte (Fransız sosyolog, matematikçi ve filozoftur.)
Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır. - Lady Mary Wortley Montagu
Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk'ün özünü göstermektir. Bu öz, ay ışığı gibi görülür fakat gösterilemez. - Decamps (Fransız ressam)
Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar. - Cahiz (Arap Bilgini)
Türkler pek farkında degil; ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır. Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye birşey kalmaz. - Fritz Neumark
Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur. - Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)
Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler. - Comenius (Çek Bilgini)
Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır. - William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)
Türk, Heredot'tan, Tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür. - Hammer (Ünlü Tarihçi)
Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir. - Comenius (Çek Bilgini)
Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir. - Kayzerling
Her Türk'ün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. O hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir. - Molkte
Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. - Lord Byron
Türk korkmaz, korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe el atarsa başarır. - Semame İbn-i Eşreş
Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk'ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor. - Gelland (Fransız Bilgini)
Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder. - Albert Einstein
Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar. - Andreas Phitiades
Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler. - Albert Sorel
Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez. - Baron Büsbek
On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk'e bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. - Charles Mcfarlene
Türk milleti iki bin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir. - Donaldson
Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler. - Donaldson
Türklerle dost ol, ama düşman olma. - Gianni de Michelis
Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz. - Ian Hamilton
Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur. - Ian Hamilton
Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır. - Hammer
Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim. - Sir Julien Corbet
Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir. - Mulman
Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. Vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir. - Monradgea D'ohsson
Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan Müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. Bu noktada Müslümanla Müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler. - Monradgea D'ohsson
Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk'ün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor. - Pierre Loti
Türk'ün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur. - Thomas Thorsten
Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır. - Feldmareşal von Moltke -Almanya Genelkurmay Başkanı
Türkler bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir. Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun... - Fransız Şair Lamartine
Türk Tarihinin Başlangıcı
Dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarının milletleşme süreci onların avcı-toplayıclıktan çiftçi-çobancılığa geçimesi ile başlar.[3]. Türkleri oluşturacak insan topluluklarının M.Ö 6000'lerde koyun yetiştiriciliğine başladığı düşünülmektedir.[4] Bu tarih atlı göçebe Türk kültürünün başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu değişiklikler ile ilk Türk kültürü olan Anav kültürü ortaya çıkmıştır. Türklerin atalarının MÖ 2500 ile M.Ö. 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlayan ve MÖ 1700 ile MÖ 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam ettiğini savunurlar. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, MÖ 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





